21.09.2010

Ben ölemedim bi türlü vurgun vurgun üstüne

Bugün koltuğun altına düşmüş olan küpemin tekini çıkartmaya çalışırken televizyonda Ankara'daki, hani o uğruna burayı açtığım adam vardı ya, hani 4 sene birlikte yaşamıştık, nişanlamıştık, dayak yemiştim hani, hah işte onun adını duydum. Elimi koltuğun altına daha da ittim, koltuk altım parçalandı parçalanacak şeklindeydi.
Kanalın haber dairesinde çalışırken sabahları ilk işim ajanslarda bu çocuğun adını aratmak olurdu. Bir trafik kazası geçirmiştir, evleri doğal gazdan patlamıştır, mutlaka bir şey olmuştur ve hastaneye ilk giden ben olmalıyım diye. Ama bu, ölüm haberinden bile daha ağır geldi.
Evlenmiş dedi spiker, evlenmiş yani ölümden daha normal gibi evlendi dedi o kadar sakin. Evlenmiş... Kanallarında çalışan bir spikerle evlenmiş ve bunu haber yapmışlar.
Kolumu çıkardım koltuğun altından televizyona baktım, yüzünü gördüm...
Seneler önce görmüştüm otogarda bana el sallarken o yüzü, saçları seyrelmişti, gülüşü aynıydı gözleri aynıydı onu gördüm yıllar sonra... Oysa hep hayallerim farklıydı bir caddede karşılaşacaktık ve birbirimize ait olduğumuzu düşünecektik.
Oysa şimdi 52 ekran televizyonumda bana bakıyordu, karısının elini tutarak... Evleneceğini duymuştum, hatta evlenmiştir kesin demiştim. Ama bunu görmek çok koydu, koymak değil aslında hissettiğim aynen şuydu;
Hani bir türk filmi vardı Hülya Avşar, İbo'nun düğününü uzaktan seyrediyordu. Na işte aynı o kadın gibi bakakaldım orada. onlar eğleniyordu gülüyordu üstelik bizim düğünümüzü yapacağımız mekanda... Bakıyordu bana yanındaki kadını öperek, alnını öpüyordu, elini tutuyordu yüzünü avuçlarının arasına alarak gözlerine bakıyordu. Ve ben sadece ağlıyordum.
O mutluydu, o çok mutluydu...
Senelerimi verdiğim adam, dandik yüzüklerle nişanlandığımız adam, domates ekmeği paylaştığımız, yatakta beraber ağladığımız, seni asla bırakmam diyen adam çok mutluydu... Hiç aklına geliyor muydum o an, hiç düşünüyor muydu beni, hiç acımıyor muydu bi yeri... Ama çok mutluydu, top gibi kafası, seyrelmiş saçları, ve iğrenç Atatürk yaka papyonu...
Ben olsam onu taktırmazdım işte... Ben orada olsam heyecandan yüzüne bakamazdım işte, ben orada olsam gülmekten röportaj veremezdim işte...
Ama o kadın veriyordu, canımı acıtırcasına, beni tanıyormuşcasına üstüne basa basa sevildiğini söylüyordu...
Salondaki halının üzerine oturdum ağlamaya başladım... Kaburgalarım ezilene kadar, iç organlarım parçalanana kadar ağladım.. Haberler bitti dizi başladı, üstüne başka program ve ben orada ağladım hiç yerimden kalkmadan...
Bütün okul anılarımızı düşündüm, yüzünü yanımda düşündüm... ve bunları düşündüğüm anlarda o başka bir kadının yanında mutluydu...
Onun uğruna yaptığım her şey boşuna idi.. En son bana 24 Haziranda yani yıl dönümümüzde attığı mail vardı "Mutlu musun bizi bu hale getirdiğin için" diye... Cevap vermediğim için kızdım kendime, ki cevap versem ne değişecekti o kadınla evlenmeyecek miydi? Biz bir arada mı olacaktık?
En son bakışı aklımda o el sallarken bana hep aklımda öyle kalacak zannediyordum, ta ki başkasının alnından öpüşünü görene kadar.
Şu an iki kilo tuz ruhu içmiş gibiyim, iç organlarım parçalanıyor... Aklımda o kadının alnını öptüğü sahne var sürekli..
ben neyim peki, ben kimim şu halime bak kaç sene geçti hala aptal saptal bir aşka ağlayan geri zekalının tekiyim. O hayatını kurdu kendini buldu peki ben, hala salağım.
Allah'ım beni hiç mi sevmiyorsun, hiç mi? Böyle bir şeyi nasıl bana gösteriyorsun? Her sevdiğim adamın düğününü görmek zorunda mıyım ben? ben sana ne yaptım...
En kötüsü düşünüp ağladığım bütün anılar şimdi ayıbım olacak benim. Öyle ya sen evlisin, ben ise hala başka bedenlerde kendimi aramaktayım ayıpsız, günahsız ve sensiz.


http://bit.ly/9YMG9d