24.11.2010

Arabesk anılar

Aslında şu yazıyı, bahsedeceğim kişinin adını, memleketini, yedi ceddini yazarak yazmak isterdim. İsterdim ki eğer hala devam ediyorsa öğretmenliğe bir neslin daha çocukluğunu sikmesin diye...
İlkokuldayım, okulun en ezik kızıyım desem yeridir. Hiç kimseyle konuşmuyorum, en arka sırada oturup hayal kuruyorum, teneffüslerde kardeşimin sınıfının önüne gidiyorum ona bir şey yapan var mı diye izleyip derse giriyorum. Çıkışta kardeşimi sınıfından alıp eve gidiyorum. Hayatım sadece bunlar üzerine kurulu, bir tek arkadaşım bile yok okulda, varsa mahalledekiler var. Yazın sıcağında bacaklarımdaki morluklar görünmesin diye yünlü çoraplarla okula giden, yüzü gözü mor herkesin dalga geçtiği korkak ezik kızın tekiyim.
Okulda sürekli ot çöp için para toplanıyor. Hepsini tek tek veriyoruz öyle kuzu gibi. Sonra bir gün etüt mü ne yapılacakmış haftada 3 gün okuldan sonra 1 saat. Onun için toplu para istedi öğretmen bizden. Gidip anneme söyledim, o da gereksiz buldu olayı, o sırada zaten kursa gidiyordum diye vermedi parayı. Öğretmen inat etti her gün benden para istiyor, "yok annem vermedi" dedikçe, bana bağırıyor herkesin ortasında.
Vallahi kadın sussun diye kendim bulcam parayı, şırıngalı kalemimi, dantelli yakamı satacam o derece. Her gün tahtaya çıkartıp para da para diye başımın etini yiyip duruyor. Eve gelip anneme söylüyorum öğretmen ille istiyor diye, annem de evde inat ediyor vermiyor parayı. Yapacak hiçbir şeyim yok, kuzu kuzu okula gidip her seferinde "anneeeemm vermioo" diyip dönüyorum. Kadın iyice kıl oldu bana, para vermeyenlere karne vermiyoruzdan başladı, adı tahtada yazılı kalacak kadara devam etti. Var olan bütün rezil olmaları boynumun borcu dedim kabul ettim.
Sonra bir gün Yerli Malı Haftası diyerek herkes evinden yiyecek bir şey getirip okulda beslenme yapılacak. Annem çalışıyor, bırak yerli malını kadın evde yemek yapmıyor. Söyledim bende börek falan yapsana diye, o da bana onun yerine kantinden alırsın diyince zorlamadım kadını. Ertesi gün okula gittim, 3. derste açtı herkes beyaz örtüsünü serdi masaya, çıkardılar beslenme çantalarından börek, elma ve çikita muzlarını. Sınıfı çörek otuyla karışmış ağır yumurta kokusu sardı... Gittim kantinden bir güzel gevrek ve beyaz gazozumu alıp oturdum sırama. Önümdeki kız bana bir parça böreğinden verdi, ben de ona gevreğimden uzattım. Yemeğim yok ama mutluyum çünkü ilginç bir şey yapılıyor sınıfta, herkes birbiriyle konuşuyor, yanımdaki kızın masa örtüsü çok güzel kokuyor, matematik dersi işlemek yerine yemek yiyoruz dahası var mı? Bir de dersin sonunda Serkan diye küçük ibo kılıklı bebe var, şarkı söyletecek öğretmen ona. Onu bekliyorum sabırsızlıkla. Çünkü Serkan'a aşığım, çünkü o bir sanatçı, 8 yaşında yanık yanık "geldimmm emmooğlluuuu" diye türküler çığıran çocuk kalmış içli bir İbrahim Erkal. Onunla dünyalarımız farklı ama ben yine de onu içten içe seviyorum. Ben evin içinde Yonca Evcimik şarkıları dinleyen bayramlığı lambada etek olan bir pop kızı, o ise çilenin, acının, yok oluşun simgesi. Tabii o bana bakmıyor bile, sınıf başkanı bir kız var onunla fingirdeşip duruyorlar. Ben hayaller aleminde yaşıyorum, arka sırada onların fingirdeşmelerini izleyip göz yaşlarımı içime içime akıtıyorum. Yine de bir umudum vardı, onun söylediği şarkılardaki acılı aşkı kendime yoruyorum, "Gözleri simsiyahtı emmoğlu, Ben de ona tutulmuştummm yanmıştımmm" derken, kimse anlamasın diye şifreli olarak siyah göze vurgu yaptığını düşünüyordum.
Bir taraftan gevreğimi parçalara ayırıp masanın üzerine koyarak kendi yemeğimi güzelleştirmeye çalışırken bir taraftan da çocuğu gizli saklı kesiyordum. Öğretmende sıra aralarını dolaşarak uslu duruyor muyuz diye kontrol ediyor. Bana doğru yaklaşınca kopardığım gevrek parçasından belki almak ister diye elime bir tanesini alıp öğretmene doğru uzattım. Bir sinirlendi kadın ama nasıl, o uzun tırnaklarını kulak kıkırdağıma geçirip tahtaya sürükledi beni. Elimde olan gevrek parçası yere düştü, onu almak için eğilmeye çalışırken kulağımı daha da çekiştirip saçımı çekti. Evden yiyecek bir şey getirmedim diye tahtada ayakta bekletip, herkesin yemek yiyişini seyrettirdi.
Ağlarsam kendimi daha küçük duruma düşüreceğim diye ağlayamıyorum, çekip gitmek istiyorum gidemiyorum. Çocukların yüzlerine bakamıyorum çünkü yemek yiyorlar. İki üç tane piç kurusunun dalga geçtiğini duyuyorum sadece. Tek istediğim var zilin çalması, evime gitmem hatta daha acımasızca düşünürsek okulun patlaması ve herkesin hafızasından tahtada duran aç kızın silinmesi. Bütün ders boyunca kafamı iyice önüme eğerek tahtanın önünde bekledim. Sonra Serkan şarkı söyledi, "amannn ormancıııı canımm ormancııı" diyerek, sanki beslenme saatinde değiliz de fasıldayız mübarek. Kafasını titrete titrete dudaklarını büzüştürüp, gözler kapalı, kaşlar birbirine yapışmış, şarkı söylemiyor acı çekiyor çocuk. Ama benim acımın yanında hiç kalır çektiği acı... Ne ormancısı; açım, rezil olmuşum, ve bir grup çocuğun önünde dikiliyorum ağız şapırtıları eşliğinde...
İçimden el şaklamalı bir oyunun müziği geçiyor sürekli, o beni rahatlatıyor o sırada... Şarkı sözlerine göre hayal kuruyorum, Serkan'a dair. "Yeşil köyün camiisiii yanıyor minaresi, benim sevdiğim oğlanın ahhh gidiyor cenazesi." şarkının sonunda Serkan ölüyor diye bir daha üzülüyorum, o sırada hayal kurduğum her şey beni üzüyor. Mutlu eden hiçbir şey yok, eve gidiş yolu bile üzüyor, ev üzüyor, Yatağım üzüyor, öğretmen üzüyor... Asıl Ferdi Tayfur ben olmuşum diyorum kendime, içim eziliyor...
Ertesi gün okula gitmedim, daha sonraki günde. Evden dayak yemeseydim hiç gitmezdim okula. Ve o kadının ilk yaptığı şey değildi bana, hayat karşıma çıkarırsa o kadını andım olsun suratını cırmaklayacağım. O derece izler bıraktı bende.