31.12.2010

Erkeğinizi yatakta çıldırtın! Yüzde yüz çalışıyor valla

Ortalama her ilişki, diğer bütün her şey gibi; giriş, gelişme, sonuç olarak üçe ayrılır. Girişi, heyecan verici ve karışık; gelişmesi, tutkulu; sonucu ise hayal kırıklığı ve hüsranla sonuçlanır. Bedenlerin artık birbirini tanıması, tenlerin alışması genelde gelişme bölümünde ortaya çıkar. Yok, ben illa giriş bölümünde çatır çatır seksimi yaparım derseniz uzun bir süre paylaşılacak tek şeyinizin seks olacağını da unutmayın! Yazıya öyle bir başladım ki devamı vajina akıntıları ile ilgili olacak gibi durmuş. Hah neyse asıl konuya gelirsek, “yatakta partnerinizi çıldırtmanın altın kuralları.” Bu kurallar evrensel gibi bir şey zaten, ağırlık merkezimden uydurmadım. Kadına dair var olan bütün her yerde yazıyor bunlar. Ben sadece elçiye zeval olmaz diyerek kendimce yapıp, cidden çıldırdıklarını kanıtladım o kadar.

Ona erotik bir şeyler fısıldayın:

Bir sevgilim var o zamanlar fi tarihinden bahsediyorum... Adamla dünyanın en romantik ilişkisini yaşıyorum böyle, saatlerce bakışmalar, gecelerce mesajlaşmalar, aşk mektupları falan filan. Benden bahsederken kırılgan bir çiçekten bahsediyor sanki öylesine naif. Şöyle düşün biz aylarca seks namına sadece dudaktan öpüştük, tabii bunun bir nedeni de mekan sıkıntısı çekmemizdi ama olsun. Neyse geldi çattı ilk birlikte olacağımız o gün. Yataktayız, hoppala paşam yaz geldi olayına girdi gircez tam. Bu durdu, elleriyle saçlarımı geriye atarak “Benimle konuşsana” dedi. Ben bir kaldım ne diyeceğimi de bilemedim, hıh ne anlamadım falan derken. “Beni azdır” dedi. Tövbeler olsun be herif, daha azmadın mı? Yüzüne gözüne dursun 3 saattir her yanımı tükürük içinde bıraktın da daha ne istiyorsun. Sonra olayın küfürlü konuşmak olduğunu anladım da anlamasına. O kadar kibar bir adam ki “salak” desem klozet üzerinde ağlayacak gibi duruyor. Gözüne bakıyorum, o bana bakıyor “hadi” deyip duruyor. İyi bari dedim, “Pipin çok güzel” diye çıkıverdi ağzımdan. Adamın bütün iştahı bitti yemin ederim. Pipi dedim diye bana bir bakışı vardı hala mıh gibi aklımda.

Herkesin içinde yüreğini oynatın:

Ulu orta çaktırmadan “seni istiyorum beybi” mesajını hepimiz vermişizdir sevgilimize. Ben de kendimce vermeye çalıştığım anlar oldu. Sinemada üzerine çullandığım, Büyükada da sote yer aradığım, davetlerde bacaklarını okşadığım vs vs. Ben yine bir gün böyle çıldırtın, delirtin konsepti bir şeyi okuyup gaza gelmişim. Mekânın birindeyiz, tutturdum tuvalete gidelim diye.Ama nasıl ısrar ediyorum, çocuk yok dedikçe “ayrılırım senden haaa!!!” diye tehdit ediyorum. Aldım zorla götürdüm soktum kızlar tuvaletine. Bir de öyle kendimden eminim ki o tuvalette sanki gün aşırı adam götürüyorum. Kızların arasından hani daha heyecanlı olsun diye çektim bunu bir kabine. Kapıyı kapattık, bu sürekli “yapma insanlar dışarda” falan derken, 3 dakika geçmeden, görevliler gelip bizi mekândan attı. Toplum hazır değilmiş buna orada bunu anladık.

Ona edepsiz mesajlar atın:

Bir gece önce deli gibi kavga etmişiz, sırf onu aramamak için ismini telefonumdan silmişim bende. Sonra bu gelip gönlümü alınca barıştık falan filan derken ben yeniden kaydetmeyi unuttum telefonuma. Yeni barıştık ya hemen ayıpçıl ayıpçıl şeyler yazarak gece birlikte geçiririz diye plan yaptım. 3 mesajlık yer kaplayacak şekilde o an kendimi okşadığımdan girip, olayı oralla bitirdiğim bir mesaj yazdım. El alışkanlığı baş harfine tıklayıp direk göndere bastım. Tabii ismini sildiğim için baş harfine basınca ilk gelen isim. “Xxxx anne” oldu. O mesajı çocuğun annesine atmışım yani. Kadıncağız oğlunu ne çok sevdiğimi o sıra anlamıştır büyük ihtimalle.

Birlikte Porno izleyin:

Bak aklıma geldikçe hala deliriyorum! Bu çok saçma bir madde bence, sevgilimle yapay memeleri olan sarışın kadınları izlemek beni yatakta katil yapar ancak. Bir gün dedim, komplekslerinden arın kızım Pucca, belki sen de seveceksin hadi bakalım diyerek açtık elin gavurunun sarışın kızı düdüklediği bir sahneyi. Kan beynime sıçrıyor ama ekrana bakıp benim mememi sıkıyor herif.Resmen onu düşlüyor o an! Ben bir ağlamaya başladım, “O sarışın yelloz gelse demek onun da memelerini sıkacaksın” diye. Attım kendimi yerden yere, nefes alamıyorum kriz geçiriyorum. Sanki yatakta bastım onları o derece. Yani bundan da bir cacık olmadı.

Videoya çekin:

Cep telefonlarına kamera konmasıyla yatak odası naklen yayın adult sitelere düşmüş olsa da, en büyük korkumuz bir yerlerde kırmızı ışık yanıyor mu, acaba bana tuzak kuruldu mu diye paranoyak olsak bile bunu denemişizdir muhakkak. Video çekilirken kendimi Oscar’lık oyuncu gibi hissediyordum, o tavırlar, saç attırmalar kameraya bakıp bakıp limon yemiş gibi ağzımı burnumu oynatmalar. Adeta yılların porno kraliçesiyim. Sonra ne çekmişiz diye bakarken aslında olayın öyle olmadığını anladım. Yahu bütün kamerayı popom kaplamış zaten hiçbir şey gözükmüyor. Bıngıl bıngıl sallanan etler falan var, porno değil adeta “yer altında bulunan canavarın ilk görüntüleri” tadında. Hayır, yani bir izlese, gergedanla insan çiftleşmesi zannedebilir. 2 dakika dayanamadım, sil sil sil onları diye kaplan gibi atladım kameraya. Sonra da ışığı bile açtırtmadım adama.

Grup seks

Ahh bebeyim, böyle bir olaya girebilmek için fazla kıskanç, kompleksli ve aşık bir kadınım. Öyle aramıza elin kadını girecek, memelerini sevgilim sıkacak, ben de orada “aferin benim aşkıma nasıl da güzel yapıyor” diyeceğim. Vayy vayy vayy daha neler. Bir defa aşkı meşki geçtim ben orada kadınla kendimi kıyaslamaya girerim. “Hımm bacakları da benden uzunmuş, lazeri nerede yaptırmış acaba ya, hohoooo memeleri küçük bir sıfır öndeyim. Göbeği de yok lanet olası kaşar!” Bunların üzerine bir de adam onla ilgilenirse o yatakta cinayet çıkar. “ben bir su alıp geleyim” derim, ekmek bıçağıyla ikisini de kıtır kıtır doğrarım sonra. İki erkek bir kadın durumu ne kadar fantezilerimde can olsa da ben adamın kıskancını beni sahiplenenini severim…

Ama böyle bir defasında sırf ne diyecek diye merakımdan, sordum yatağa bir kız daha alalım mı diye. Yaa olabilir falan deyince, ensesinden saçları tuttum, “Bu yatakta sen ve ben dışında biri daha olursa derini çiğ çiğ yerim, penisini kopartıp kendime kolye yaparım! Aklından bile geçirme, anladın mı???” diyerek bu olaya son verdim.

PS: "Seks hayatını yazıyorsun" diye, bir yazıyı bile okumadan gelip ağzını yaya yaya konuşanların da gönlü olsun isteyerek hayatımın en erotik yazısını Aralık ayı için Elele'ye yazmıştım. Şimdi en azından o ortalarına sıçtığım ağızlarını yayarken bu cümleyi hak etmişim derim... Hah bir de bu sene bloga düzenli olarak yazacağıma söz veririm.Umarım 2011 sana, bana 2010 un getirdiklerini getirir :))

24.11.2010

Arabesk anılar

Aslında şu yazıyı, bahsedeceğim kişinin adını, memleketini, yedi ceddini yazarak yazmak isterdim. İsterdim ki eğer hala devam ediyorsa öğretmenliğe bir neslin daha çocukluğunu sikmesin diye...
İlkokuldayım, okulun en ezik kızıyım desem yeridir. Hiç kimseyle konuşmuyorum, en arka sırada oturup hayal kuruyorum, teneffüslerde kardeşimin sınıfının önüne gidiyorum ona bir şey yapan var mı diye izleyip derse giriyorum. Çıkışta kardeşimi sınıfından alıp eve gidiyorum. Hayatım sadece bunlar üzerine kurulu, bir tek arkadaşım bile yok okulda, varsa mahalledekiler var. Yazın sıcağında bacaklarımdaki morluklar görünmesin diye yünlü çoraplarla okula giden, yüzü gözü mor herkesin dalga geçtiği korkak ezik kızın tekiyim.
Okulda sürekli ot çöp için para toplanıyor. Hepsini tek tek veriyoruz öyle kuzu gibi. Sonra bir gün etüt mü ne yapılacakmış haftada 3 gün okuldan sonra 1 saat. Onun için toplu para istedi öğretmen bizden. Gidip anneme söyledim, o da gereksiz buldu olayı, o sırada zaten kursa gidiyordum diye vermedi parayı. Öğretmen inat etti her gün benden para istiyor, "yok annem vermedi" dedikçe, bana bağırıyor herkesin ortasında.
Vallahi kadın sussun diye kendim bulcam parayı, şırıngalı kalemimi, dantelli yakamı satacam o derece. Her gün tahtaya çıkartıp para da para diye başımın etini yiyip duruyor. Eve gelip anneme söylüyorum öğretmen ille istiyor diye, annem de evde inat ediyor vermiyor parayı. Yapacak hiçbir şeyim yok, kuzu kuzu okula gidip her seferinde "anneeeemm vermioo" diyip dönüyorum. Kadın iyice kıl oldu bana, para vermeyenlere karne vermiyoruzdan başladı, adı tahtada yazılı kalacak kadara devam etti. Var olan bütün rezil olmaları boynumun borcu dedim kabul ettim.
Sonra bir gün Yerli Malı Haftası diyerek herkes evinden yiyecek bir şey getirip okulda beslenme yapılacak. Annem çalışıyor, bırak yerli malını kadın evde yemek yapmıyor. Söyledim bende börek falan yapsana diye, o da bana onun yerine kantinden alırsın diyince zorlamadım kadını. Ertesi gün okula gittim, 3. derste açtı herkes beyaz örtüsünü serdi masaya, çıkardılar beslenme çantalarından börek, elma ve çikita muzlarını. Sınıfı çörek otuyla karışmış ağır yumurta kokusu sardı... Gittim kantinden bir güzel gevrek ve beyaz gazozumu alıp oturdum sırama. Önümdeki kız bana bir parça böreğinden verdi, ben de ona gevreğimden uzattım. Yemeğim yok ama mutluyum çünkü ilginç bir şey yapılıyor sınıfta, herkes birbiriyle konuşuyor, yanımdaki kızın masa örtüsü çok güzel kokuyor, matematik dersi işlemek yerine yemek yiyoruz dahası var mı? Bir de dersin sonunda Serkan diye küçük ibo kılıklı bebe var, şarkı söyletecek öğretmen ona. Onu bekliyorum sabırsızlıkla. Çünkü Serkan'a aşığım, çünkü o bir sanatçı, 8 yaşında yanık yanık "geldimmm emmooğlluuuu" diye türküler çığıran çocuk kalmış içli bir İbrahim Erkal. Onunla dünyalarımız farklı ama ben yine de onu içten içe seviyorum. Ben evin içinde Yonca Evcimik şarkıları dinleyen bayramlığı lambada etek olan bir pop kızı, o ise çilenin, acının, yok oluşun simgesi. Tabii o bana bakmıyor bile, sınıf başkanı bir kız var onunla fingirdeşip duruyorlar. Ben hayaller aleminde yaşıyorum, arka sırada onların fingirdeşmelerini izleyip göz yaşlarımı içime içime akıtıyorum. Yine de bir umudum vardı, onun söylediği şarkılardaki acılı aşkı kendime yoruyorum, "Gözleri simsiyahtı emmoğlu, Ben de ona tutulmuştummm yanmıştımmm" derken, kimse anlamasın diye şifreli olarak siyah göze vurgu yaptığını düşünüyordum.
Bir taraftan gevreğimi parçalara ayırıp masanın üzerine koyarak kendi yemeğimi güzelleştirmeye çalışırken bir taraftan da çocuğu gizli saklı kesiyordum. Öğretmende sıra aralarını dolaşarak uslu duruyor muyuz diye kontrol ediyor. Bana doğru yaklaşınca kopardığım gevrek parçasından belki almak ister diye elime bir tanesini alıp öğretmene doğru uzattım. Bir sinirlendi kadın ama nasıl, o uzun tırnaklarını kulak kıkırdağıma geçirip tahtaya sürükledi beni. Elimde olan gevrek parçası yere düştü, onu almak için eğilmeye çalışırken kulağımı daha da çekiştirip saçımı çekti. Evden yiyecek bir şey getirmedim diye tahtada ayakta bekletip, herkesin yemek yiyişini seyrettirdi.
Ağlarsam kendimi daha küçük duruma düşüreceğim diye ağlayamıyorum, çekip gitmek istiyorum gidemiyorum. Çocukların yüzlerine bakamıyorum çünkü yemek yiyorlar. İki üç tane piç kurusunun dalga geçtiğini duyuyorum sadece. Tek istediğim var zilin çalması, evime gitmem hatta daha acımasızca düşünürsek okulun patlaması ve herkesin hafızasından tahtada duran aç kızın silinmesi. Bütün ders boyunca kafamı iyice önüme eğerek tahtanın önünde bekledim. Sonra Serkan şarkı söyledi, "amannn ormancıııı canımm ormancııı" diyerek, sanki beslenme saatinde değiliz de fasıldayız mübarek. Kafasını titrete titrete dudaklarını büzüştürüp, gözler kapalı, kaşlar birbirine yapışmış, şarkı söylemiyor acı çekiyor çocuk. Ama benim acımın yanında hiç kalır çektiği acı... Ne ormancısı; açım, rezil olmuşum, ve bir grup çocuğun önünde dikiliyorum ağız şapırtıları eşliğinde...
İçimden el şaklamalı bir oyunun müziği geçiyor sürekli, o beni rahatlatıyor o sırada... Şarkı sözlerine göre hayal kuruyorum, Serkan'a dair. "Yeşil köyün camiisiii yanıyor minaresi, benim sevdiğim oğlanın ahhh gidiyor cenazesi." şarkının sonunda Serkan ölüyor diye bir daha üzülüyorum, o sırada hayal kurduğum her şey beni üzüyor. Mutlu eden hiçbir şey yok, eve gidiş yolu bile üzüyor, ev üzüyor, Yatağım üzüyor, öğretmen üzüyor... Asıl Ferdi Tayfur ben olmuşum diyorum kendime, içim eziliyor...
Ertesi gün okula gitmedim, daha sonraki günde. Evden dayak yemeseydim hiç gitmezdim okula. Ve o kadının ilk yaptığı şey değildi bana, hayat karşıma çıkarırsa o kadını andım olsun suratını cırmaklayacağım. O derece izler bıraktı bende.

21.09.2010

Ben ölemedim bi türlü vurgun vurgun üstüne

Bugün koltuğun altına düşmüş olan küpemin tekini çıkartmaya çalışırken televizyonda Ankara'daki, hani o uğruna burayı açtığım adam vardı ya, hani 4 sene birlikte yaşamıştık, nişanlamıştık, dayak yemiştim hani, hah işte onun adını duydum. Elimi koltuğun altına daha da ittim, koltuk altım parçalandı parçalanacak şeklindeydi.
Kanalın haber dairesinde çalışırken sabahları ilk işim ajanslarda bu çocuğun adını aratmak olurdu. Bir trafik kazası geçirmiştir, evleri doğal gazdan patlamıştır, mutlaka bir şey olmuştur ve hastaneye ilk giden ben olmalıyım diye. Ama bu, ölüm haberinden bile daha ağır geldi.
Evlenmiş dedi spiker, evlenmiş yani ölümden daha normal gibi evlendi dedi o kadar sakin. Evlenmiş... Kanallarında çalışan bir spikerle evlenmiş ve bunu haber yapmışlar.
Kolumu çıkardım koltuğun altından televizyona baktım, yüzünü gördüm...
Seneler önce görmüştüm otogarda bana el sallarken o yüzü, saçları seyrelmişti, gülüşü aynıydı gözleri aynıydı onu gördüm yıllar sonra... Oysa hep hayallerim farklıydı bir caddede karşılaşacaktık ve birbirimize ait olduğumuzu düşünecektik.
Oysa şimdi 52 ekran televizyonumda bana bakıyordu, karısının elini tutarak... Evleneceğini duymuştum, hatta evlenmiştir kesin demiştim. Ama bunu görmek çok koydu, koymak değil aslında hissettiğim aynen şuydu;
Hani bir türk filmi vardı Hülya Avşar, İbo'nun düğününü uzaktan seyrediyordu. Na işte aynı o kadın gibi bakakaldım orada. onlar eğleniyordu gülüyordu üstelik bizim düğünümüzü yapacağımız mekanda... Bakıyordu bana yanındaki kadını öperek, alnını öpüyordu, elini tutuyordu yüzünü avuçlarının arasına alarak gözlerine bakıyordu. Ve ben sadece ağlıyordum.
O mutluydu, o çok mutluydu...
Senelerimi verdiğim adam, dandik yüzüklerle nişanlandığımız adam, domates ekmeği paylaştığımız, yatakta beraber ağladığımız, seni asla bırakmam diyen adam çok mutluydu... Hiç aklına geliyor muydum o an, hiç düşünüyor muydu beni, hiç acımıyor muydu bi yeri... Ama çok mutluydu, top gibi kafası, seyrelmiş saçları, ve iğrenç Atatürk yaka papyonu...
Ben olsam onu taktırmazdım işte... Ben orada olsam heyecandan yüzüne bakamazdım işte, ben orada olsam gülmekten röportaj veremezdim işte...
Ama o kadın veriyordu, canımı acıtırcasına, beni tanıyormuşcasına üstüne basa basa sevildiğini söylüyordu...
Salondaki halının üzerine oturdum ağlamaya başladım... Kaburgalarım ezilene kadar, iç organlarım parçalanana kadar ağladım.. Haberler bitti dizi başladı, üstüne başka program ve ben orada ağladım hiç yerimden kalkmadan...
Bütün okul anılarımızı düşündüm, yüzünü yanımda düşündüm... ve bunları düşündüğüm anlarda o başka bir kadının yanında mutluydu...
Onun uğruna yaptığım her şey boşuna idi.. En son bana 24 Haziranda yani yıl dönümümüzde attığı mail vardı "Mutlu musun bizi bu hale getirdiğin için" diye... Cevap vermediğim için kızdım kendime, ki cevap versem ne değişecekti o kadınla evlenmeyecek miydi? Biz bir arada mı olacaktık?
En son bakışı aklımda o el sallarken bana hep aklımda öyle kalacak zannediyordum, ta ki başkasının alnından öpüşünü görene kadar.
Şu an iki kilo tuz ruhu içmiş gibiyim, iç organlarım parçalanıyor... Aklımda o kadının alnını öptüğü sahne var sürekli..
ben neyim peki, ben kimim şu halime bak kaç sene geçti hala aptal saptal bir aşka ağlayan geri zekalının tekiyim. O hayatını kurdu kendini buldu peki ben, hala salağım.
Allah'ım beni hiç mi sevmiyorsun, hiç mi? Böyle bir şeyi nasıl bana gösteriyorsun? Her sevdiğim adamın düğününü görmek zorunda mıyım ben? ben sana ne yaptım...
En kötüsü düşünüp ağladığım bütün anılar şimdi ayıbım olacak benim. Öyle ya sen evlisin, ben ise hala başka bedenlerde kendimi aramaktayım ayıpsız, günahsız ve sensiz.


http://bit.ly/9YMG9d







29.08.2010

Bir sevgilim olsa giderim balayına ah bir de bekarsam giderim alayına!

Aylardır içinden çıkamadığım bir depresyona girmiştim. Yeniden saçlarımı koparmaya, yediklerimi kusmaya, nedenli nedensiz her şeye ağlamaya başlamıştım. Neydim, ne oldum, ne olacağım her şeyin karmaşası, kaybettiklerimin kazandıklarımın yanında olan yükü. Her şey o denli kafamı karıştırmıştı ki tuvalet fayansının üzerindeki desenleri izlemek bana sadece huzur veriyordu...
Baktım olmayacak bu iş böyle kalktım arkadaşlarla Olimposa gittim.
İlk başta sadece içip içip her yana kusup pelte gibi yattım. Yapacak bir şey yok anacım gavur amı gibi sıcak hava, ot doğa püsür, portakal ağaçları, gerekli gereksiz börtü böcek, haddinden fazla yakışıklı gay etrafta!
Ben böyle bizimkilerin Sarhoş Cemil'i gibi içip içip "içmedim yaeee" diyerek ortalığa sarınca kızlar halimi iyi görmedi "bak buralar da güzel şeyler de var" diye beni tekne turuna çıkarttılar. Nasıl ağızlarına sıçıyorum ama anlatamam, sanki elimi kolumu bağlayıp kaçırmışlar beni oraya "Bu ne be! dandik dundik mağaralar için mi getirdiniz buraya! Ben yüzemem bile her yan balık burada, offf puff gitcem ben döndersin kaptan" derken merdivenlerden yukarıya doğru bir ışık yükseldi.
"Allahım sana geliyorum, bunu yaradan sana tapıyorum yeminle, ne güzel şeyler yaratmışsın al ağzına tık portakalı koy masaya çatır çatır ye herifi" diye böyle saniyeler için fanteziden fanteziye sürükledim
bilinçaltımı.
Geldi oturdu diğer tarafa sonra arkadaşları geldi, onların neye benzediğine bile bakmadım direk hedefe kitlendim. Kaşı, gözü, burnu her yanı heykel gibi. Kesin sevgilisi var hatta haremi var. Dönüp bana bakmaz bile, yani ben erkek olsam kendime bırak bakmayı sümüğümü sürmem yahu. "Pucca, kaybedecek neyin var kızım, en azından olmasa bile uğraşırsın bu bile eğlenceli olur" diyerek. Hoopp tak tak tak planı programı yaptım çocukla yüz göz olmak üzre. Durduk bir yerde insanlar atlıyor falan suya, bunlar da atladı. Şimdi ben boyumu geçen yerlerde yüzemem, hayatta imkansız. Yanımda arkadaşım duruyor ben yüzmüyorum ve bunalımdayım diye aklı sıra beni yalnız bırakmıyor. Çocuklar suda cıp cıp oynuyor böyle, o suya girip en azından onlarla oynarsam konuşma bahanemiz olur. Ama ben o suya bir tabur asker tecavüz etse giremem!
Baktım baktım baktım suya, etraftaki insanlara, yüzenlerin açılarına baktım... Dedim buradan atlayayım, ne olcak hem belki korkumu yenerim, hem herkes orada kesin biri beni kurtarır. Hem çocuğun dikkatini çekerim. En azından kötü de olsa "boğulan kız" olurum. Sonrasında muhabbet ederiz yukarda "bizim de yengemin amcasının karısı Kilyosta boğularak öldü" falan gibi şeylerini anlatır, sonra evleniriz falan filan... İşimi garantiye alayım dedim, alt taraftan makarna var ya uzun ince sosisler onlardan birini attım aşağıya. Ardından da ben atladım çığlık atarak, -ki "yüzme bilmiyorsun ne atlıyorsun" derlerse "şerefsiz arkadaşım attı yaeeee beni" demek için...
Atladım suya ama bir cesaretle ölecem, suyun içindeyim kafam dışarı çıkmıyor bi türlü... Nasıl çırpınıyorum, çırpındıkça daha çok batıyorum. Bir türlü yukarıyı göremiyorum. Dedim "sıçtın PuCCa, bir delikanlı uğruna ölmediğin kalmıştı hah onu da yapıyorsun ya! Cehenneme gitsen yeridir yan şu halinle malın kızı, ayy neden kimse gelmiyor lan ciddi ciddi ölüyor muyum ne?" diye düşünürken biri beni tuttu yukarı çıkarttı, ben öksürmekten etrafımı göremedim, uğultular falan duyuyorum, orada ki adamlardan biri götümden tutmuş, yukarı doğru itekliyor, o kadar feci durum ki çıkamıyorum yukarı, diğerleri de götümden tutup itmeye başladı.
Çıktım sonunda, fok balığı gibi attım ortaya kendimi. debeleniyorum öksüyorum falan. burnumdan beynim akacak bütün sümükleri çıkardım resmen.
Filmlere de inanmamayı bu sayede öğrendim. Hani boğulunca yakışıklı bir bebe geliyordu, kız seksi bir biçimde seriliyordu da çocuk dudaklarına doğru yaklaşıp olaya başlıyorlardı.
Yemin ederim sümüklerim akmış, öksürerek sağa sola debeleniyorum o halde kimse suni tenefüs yapmaz zaten bana.
Sonra kendime geldim etrafımda bizim kızlar ağlıyor salak salak, diğer kız vallahi ben atmadım diye elimden tutmuş. Yukarı çıktık, aynen dediğim gibi geldi bu çocuk ve arkadaşları işte boğulan insanlarla olan hikayelerini anlatıp durdular ben ise yorgun, korkak ama arkadaşını suçlamayacak kadar iyi kalpli, hassas bir kız edasıyla dinledim hayatımın erkeğini salak saçma boğulma hikayelerini.
...
Akşama Yanartaşa gitmek için sözleştik. Bizim kızlara dedim ki, "siz aman gelmeyin, kıçımdan ayrılmıyorsunuz bir bok olmuyor, kalkın gidin kendi hayatlarınızla ilgilenin" Bunalımda olmanın en kötü yanı bu işte arkadaşlarının nefesini sürekli ensende hissediyorsun.
Bu çocuklar geldi bindim bunlarla servise, arkadaşları tarafından satışa uğramış yalnız ve ürkek bir genç kız edasıyla sığındım bunların yanına. Yalnız bir sorun vardı ki ön koltukta oturan çekirgeye benzeyen bir gerizekalı sürtük! Yalnız başına gelmiş, onların pansiyonunda kalıyormuş. Dönüp dönüp benimkine bir şeyler diyor. Ve paso "ayy yalnız geldim ben de buralara ihihih" diyip duruyor. "Mal karı ya yesin kurtlar da gör gününü, yalnız gelmiş. bana mı geldin salak" diye saydırıyorum içimden.
Geldik çıkacağımız yere. Allah kahretsin işte orada beni, çocuk uzun boylu diye dolgu topuk sandalet giymiştim. Bir allahın kulu da beni uyarmadı dağ çıkacaksın diye.
Daha 100 metre olmadan sıtma krizi gibi soluklanmaya başladım zaten, ayaklarım burkulup duruyor. Ulan neden o ateşi az aşağıya yapmazsınız ki, doğal gaz boru hattını şuracığa döşeyin işte. Ya da yürüyen merdiven yapar insan şuraya diye taşların üzerinde sürünüyorum.
Öyle bir terliyorum ki 55 kilo ter attım, bir hansel olsam dönüş yolumu terlerimi izleyerek bulabilirim. Ben kendimle bu kadar ilgilenirken çocuğa bir baktım önde o çekirge kızla rahat rahat muhabbet ede ede gidiyorlar. Arada bir dönüp çocuk "Pucca iyi misin?" dese de benle alakası yok. Öyle ki yorulmamışlar bile gayet referandum sonuçlarının ne olacağını tartışarak güle oynaşa devam ediyorlar yollarına. Dedim ben PuCCa isem şu yolu boşuna tırmanmam. Fenerimin ışığını kapatıp attım ormana. Sonra çocuğa seslendim, "fenerimi kaybettim" diye. Geldi bu çekirgeyle yanıma, kıza dedim, "sen git yae biz geliriz şimdi en azından önde ışık olsun, versene şuna fenerini" diyerek, çocuğun elinden aldım bir hışımla feneri, kızın ellerine sıkıştırıp yolladım onu. İkimiz fenersiziz, tek tük insan geçiyor, ıssız bir dağ başı romantiklik diz boyu uuu beybi ben de ki hareketlenme deprem oldurtacak nitelikte.
Bulamayınca bizden sonra gelenlerin peşine takılıp çıktık yukarı, çekirgeyi önde gördüğüm an hemen bunun koluna giriyorum "ayyy biraz duralım mı" diyorum.
Öyle böyle derken çıktık tepeye, kültür mültür okey, tamam her şey güzel de vallahi çocuk olmasa bin küfür ederdim o çektiğim eziyete. Ben de bekliyorum dağın ortasında lavlar fışkırıyor yani o kadar yolu terleye terleye iki kibrit alevi için mi çektim dedim.
Orada çocuk her gördüğü taşa "aaaaa harika mükemmel bu ne mucize" diye hayranlık duyuyordu, ben ise "Ahh bebeyim ahh sen dağa taşa hayran, ben sana offf offf" diye içleniyordum.
Aşağıya inerken biraz daha romantik geçti yolculuğumuz, çekirgeyi orada kaybettiğimiz için diğer arkadaşlarıyla da ben tek kelime konuşmayıp buna kitlendiğim için yalnız kaldık. Fenersiz bir şekilde milletin fenerlerinin ışığıyla kol kola indik aşağıya... Serviste beraber oturduk durup durup iltifat edip duruyor falan filan derken tamam oldu bu iş!
Ben inerken sordu, gece öküz bara gidelim diye. Bakarız dedim indim. aradan bir 25 dakika geçti geçmedi ben daha yeni duştan çıkmıştım ki kızlar "çocuk seni almaya gelmiş buradaaaa" diye çığlık attılar.
Ulan dedim, hayatımda hiç öyle yaz aşkıymış bilmem neymiş olmadı. Üstelik çocuk İstanbul'da belki devamı da olur. Belki de Erik acısını bununla aşarım belli mi olur. Hem sadece yazın fingirdeşip bitse bile bana çok koymaz. Diyerek giydim el değmemiş külotlarımdan bir tanesini. Çıktık dışarı bununla, sırf sabah "alkolluydum yaee" demek için hızlı hızlı içiyordum tekilaları, biraları. Bir yandan dokunmalar bilmem neler dans ediyoruz ayağına yüzeysel değdirmeler derken... Telefonum çaldı.
....
Erik gittiğinden beri paso beni arıyor. İşte burası bok gibi bilmem ne falan diye anlatıp duruyor. Ama hiç yok seni özledim, yok köpek gibi pişmanım demiyor. O kadar bencil ki sadece kendi hayatını anlatıp kapatıyor telefonu. Ve ben o kadar salağım ki o telefonlarına açmayacak kadar nefret edemiyorum beni yüzüstü bırakıp giden adamdan. Hiç aramadım onu ama hala aradığında salak gibi açıyorum. Korkuyorum çünkü orada beni tamamen unutmasından.
Aradı açtım telefonu "arkadan ses geliyor" falan filan derken "30 unda oraya geliyorum, yanına geliyorum PuCCa, çok özledim seni olmuyormuş işte ne olur bize zarar verecek bir şey yapma" dedi ve kapadı.
Ve benim kafamda sürekli olarak "bize zarar verecek bir şey yapma" cümlesi çınladı durdu. İçerde ki çocukla yatarak, bize zarar verebilirim, çünkü sen, biz diye bir şey bırakmadın ortada. Onunla yatarken senin bana çektirdiğin acının intikamını alabilirim çünkü biz diye bir şey yok. Diyerek içeri çocuğun yanına gittim. Aklımdan sürekli Erik geçiyor, tam unuttum bitti derken şimdi geri döndüm diyor. Ne kadar inanmam gerek, ya gene kaçarsa, hepsi kafamı allak bullak ederken, ben çocuğun yanında ağlamaya bir başladım. Nasıl ağlıyorum hüngür hüngür. Oturdum bütün hayat hikayemi anlattım sonra. Hıçkıra hıçkıra "işteee bebe beni yüzükle bıraktııı, kaçtııı gittii annesi böyle yaptııı banaaa peçeteeenn var mıı fırrkkk" diye...
Sonra geceyi yapayalnız geçirdiğimi söylememe gerek yok sanırım. Ertesi gün Erik aradı, meğersem beyfendi buraya temelli gelmiyormuş, 1 haftalığına gelecekmiş. Önce annesine uğrayacakmış, sonra da yanıma gelirmiş... Gece böyle demedin diyince de, bir şeyler hissettim bize hata yapıyorsun gibi geldi dedi.
Biz mi kaldı pezevenk. Sen ve annen var hayatında. dedim kapadım.
Yarın Türkiye'ye geliyor, ben İzmir'deyim. Bilerek İstanbul'a geçmedim dayanamam görmeye ben giderim diye. Birlikte olmak istemiyorum onunla çok kırgınım ama bir yanımda istiyor işte çok alışmıştım... Off hayat çok zor!

PS: SamiHazinses'in kitabını almayanın babaannesini kaçırırım yemin ederim. Alın o kitabı!!!

26.07.2010

Ne sen söyledin derdini ne ben sevdiğime inandım

Erik gittiğinden beri neredeyse her akşam hayvan gibi içmeye başladım... O eve ayık gitmek içimden gelmiyordu, sarhoş bi şekilde girip yatakta ağlayarak sızıyordum... Hayır, bir de ne zaman eve gelsem, ev arkadaşım denilen bıyıklı sevgilisiyle çat çat çat.. Kahrıma kahır katıyorlardı yemin ederim... Odamda vuvuzella yutmuşum gibi sızlanıp şıp şıp ağlarken ben, o çekirdeğinin reçelini manitasıyla yiyordu. O zaman daha çok tokatlıyordu hayat beni, "işte sen busun kızım, bu yatakta öleceksin yalnız bir şekilde çürüyüp gideceksin. Bıyıklı ise sevişmeden vakit bulursa kokuyu hissedip odana girecek ve ölü bedeninle karşılaşacak."
Kendime böyle bir ölümü düşünmüştüm ki karaciğerimde büyüme ve yağlanma olduğunu öğrendim. Cildim bok gibi olmuştu ve olmayan göbeğim bile arap kadriyle yarışır biçime girdiğini görünce alkolü hayatımdan bir süre çıkarmaya karar verdim. Bunun yanında canımı sıkan her şeyi geride bırakayım dedim.
Bir sabah PMS'nin de etkisiyle, uyandığımda "bu şehir çok gri ben sıkılıyorum, nefes alamıyorum, odamda ki pencereden bakamıyorum bile" diye ağlamıştım. Akşamı eve geldiğimde Erik bütün tavana kelebekler yapıştırmıştı. Pencereye ise manzara fotoğrafları. İlk işim onları parçalamak oldu, ne zaman baksam "sen bu kadar naif bir adamdın, nasıl olur da bana bu adiliği yaparsın" diye ağlıyordum çünkü. Evde onu bana hatırlatan her şeyi attım, pezevenk de durmuş durmuş bana kıyafet almış onları atamadım ama napim ya güzel şeylerdi.. Kalan öyle oyuncak moyuncak neyi varsa yok ettim.
Yeni bir eve çıkacak param olmadığı için gidip ev arkadaşımı yöneticiye şikayet ettim. Gittim kadının evine, böyle mahçup, ezik bir halde, başladım anlatmaya... Ailem duysa öldürür diye girdim olaya, eve her gün erkek atıyor ben rahatsız oluyorum, ne yapacağımı bilmiyorum, hiç param yok başka yere de taşınamam" falan filan diye verdim gazı kadına... Yönetici de geldi bizim bıyıklıyı uyardı, "burası aile apartmanı hiç hoşnut değiliz sürekli şikayet geliyor diye" Aman aile apartmanıymış, apartmanda ruslar kalıyor yahu ne ailesi, ne apartmanı diye hatun yine çatçatına devam etti. Bu kez ben de bütün yüzsüzlüğümle ne zaman olaya başlasalar, kapılarını çaldım, sürekli içerden onu çağırdım, eve arkadaşlarımı çağırdım. Sonuç, bir haftadır yiyişmiyorlar.
....
Böyle her şeyi temize çekerken arkadaşlarla geçen gece çıktık dışarı. Kendime sözüm var kesinlikle içmeyeceğim... Allahım saatler geçmiyor sanki, bir dandik soda çabuk bitiyor, herkes bir şeyler içip muhabbet ederken benim kalbim daralıyor...
O kadar kalabalık ki insanlar beynimi yiyor gibi... ben ne zaman bu hale geldim, hiçbir şeyden zevk almayan biri oldum diye kendi kendime düşünürken lan bari sağa sola bakınayım hep kafam iyiyken gördüğüm insan grubu aslında nasılmış diye...
1- Kızlar sakın ama sakın yok gece çıktığımızda bana asılıyorlar, yok peşimize takıldılar,yok geldi bana sardı diye götünüz kalkmasın... Öyle çirkin insan evlatlarına asılıyorlar ki aklınız hayaliniz şaşar. One night stand denilen şeyin nedeni bence sadece bu, kafan iyiyken hatun adeta bir penelope cruz, ayılınca hoop oluyor kibariyenin annesi...
2- Elinde bir votkayla bütün gece sağda solda bir ekmek çıkar mı diye dolanan garibanları gördüm çok üzüldüm hallerine...
3- Eğer yanında ki kız uzun süreli sevgilisiyse adamın, tek yaptığı şey taburede oturup sağı solu keserek offlayıp pufflamak. Yok daha yeni başlamışlarsa kızla yiyişmek; yanında ki kıza askıntı oluyorsa götünü göbeğini kıza değdirmek için çaba sarfetmek...
4- Piyasa yapmaya gelen kızlar kabak gibi belli oluyor ortak özellikleri yanık sarı kabarık ama düz saçları. Halasının kınasında giydiği topuklu ayakkabıları ve şeffaf sütyen askıları... Mekanda birileriyle kesişip kesişip 2 dakika da bir tuvalete gidip makyaj tazeliyorlar, hani arkalarından gelirler diye.
5- Kaç sene geçti hala şu taktiği uyguluyorlar "ben Antalya'dan geldim, burada gece hayatı yok" diye yanınıza yaklaşan kekolar. Ölün artık ya vallahi ölün...
6- Sırf bir parça yakınlaşayım diye kulağınıza dilini sokarak konuşan yabancıların o dillerini kırt diye kesesim geldi..
7- Bir insan sarhoş olmaya başlayınca ağzını şapırdatmaya başlıyor.
8- Dans eden erkekler kadar tiksinç bir şey yok sanırım, yani büyük konuşmayayım ama sevgilim yanımda sağa sola kaykılsa ağzına vururum iki tane. Bir defasında bi arkadaşım dünyanın en yakışıklı diş doktorunu tanıştırmıştı benimle. Herifi bir gör ama bir içim su resmen ta ki dan edene kadar, dirseklerini yalıyordu yahu dans ederken bırrrrr korkunç!
9- Ve rus kızları sizlere daha bir sözüm yok Allahsızlar, hiç mi kılınız tüyünüz çıkmaz sizin, bir tane batığınız olmaz pürüzsüz sürtükler!
Yalnız anladım ki sarhoş değilsem hiç çekemiyorum o tip yerleri hiç hem de...
Sonra neyse çıktık oradan gidiyoruz, kızılkayalara geçtik ıslak hamburger alacaz, sırada bekliyorum öyle yan tarafıma doğru bir döndüm, Pekmez!
Öyle bir bakakaldım o da döndü bana doğru aramızda 3 metre var yok... Kafamı çeviremiyorum da çevirmem lazım utanıyorum çünkü..
Onu ilk gördüğüm anda ki gibi şeyler oldu içimde... Sesim soluğum kesildi, elim ayağım uyuştu... Bakıyoruz birbirimize ama hiç konuşmuyoruz selam versem mi, gülümsesem mi, dudaklarım kıvrılıyor ya kafasını çevirirse diye düşünüyorum. Ya böyle vahşi hayvan belgesellerinde olur ya ürküp kaçmasın diye kılımı kıpırdatamıyorum. O da sanırım aynı şekilde hiç kıpırdamıyoruz çünkü... Dedim kaybedecek bir şeyin yok, her şeyini kaybettin zaten, gülümse Pekmez'e.. Gülümsedim kafamı biraz öne eğip, o da aynen güldü bir adım attı bana doğru kalbim yerinden fırlayacaktı, koşacaktım ona doğru o sırada "özür dilerim" diyecektim. Elimden tutacaktı sonra hiçbir şey söylemeden bakacaktı sadece... Ben bu hayalleri kurarken, arkadan bir kadın sesi duydum, "Pekmez!" diye... Döndüğümde anladım, kendi hayatıma da onun hayatına da kararsızlıklarım ve gel git aklımla nasıl sıçtığımı...
Pekmez'in evlendiğini tamamen unutmuşum, o bir zamanlar ön tarafında benim oturduğum arabası gelin arabası olmuştu hatta. Eskiden böyle eski sevgilisi evlenmiş kızlar bana acayip kekomançi gelirdi. Bir de şimdi bak, Ankara'daki de bugün yarın evleniyormuş... Evlilikten korkan herifler benden hemen sonra buldukları kızlarla hemen mutlu sona ulaşıyorlar. Ben de hala yanlış tercih yapıyorum...
Pekmez arkasını döndü gitti, elimde ıslak hamburgerle izledim o arabanın gidişini, o arabayla birlikte Ankaradaki, Erik, Pekmez, Siğil hepsi gitti... Hayatıma girip beni ben yapan, benden bin tane daha ben alan adamların hepsi bitti...
Hepsini affettim, zaten hiç birinin de soyadı bana yakışmıyordu...
Artık yepyeni bir hayata adım atıyorum, bu kez geçmişle değil gelecekle yaşamak için. Sanırım diyetimi yeterince ödedim...

Bu da şarkısı olsun yazının: http://fizy.com/s/1ajdg9

11.07.2010

Bir çocukluk travması: Rabia'nın abisi!

Bizim mahallede Rabia diye ilginç bir kız vardı, bir süre en yakın arkadaşım olmuştu. Sürekli mahallenin it çocukları tarafından dalga geçilen bir tipti. Nedenini ben de bilmiyorum ama bu salak altına külot giymezdi, hatırladığım şey kızlar sürekli eteğini açıp yere düşürürlerdi bu kızcağızı. Ben de her seferinde kaldırıp bunu diğerlerine bağırırdım "hasta o taam mı ondan giymiyorrrrr külot" diye... Burnunu oyup yerdi onu falan pislik bişeydi yani ya..
Ben de böyle ilkokuldayım, mahallenin ortasında dayak yiyen, eve girmemek için bütün gün güneş altında gezen, okulda kimseyle konuşmayan, hiç arkadaşı olmayan, kafamda ki saçları kopararak yarısını kel yapmış, el ve ayak derilerimi tırnak makasıyla koparmış, görüntüsü korkunç bir çocuğum.
Biz işte bunla çok yakın arkadaş olduk, beraber okuldan geliyoruz o güneş altında benimle oyun oynuyor falan böyle hayaller kuruyoruz toz toprak içinde. Bu bana sürekli kendi güzel ailesini anlatıyor, annesi Fransa'dan gelmiş, babası Amerika'da doktormuş, burada değilmiş. Bunun asıl adı Klaraymış ama babaannesi istememiş Klarayı da o yüzden Rabia diyorlarmış...
Onu dinlemek öyle güzel geliyordu ki bana o zamanlar, sürekli "hadi anlat bugün ne yaptı annen sana" derdim. Yaptığı ilginç yemekleri anlatırdı, ona yüzmeyi nasıl öğrettiğini, evlerinde ki değerli mücevherleri, Annesi Fransız olduğu için Türkçe bilmediğini onunla hep dalga geçtiğini, babası gelene kadar koynunda yattığını, çok parası olduğunu falan filan sürekli anlatırdı...
Sonra bu geldi bir gün bana "annemle konuştum seni Fransa'ya kaçırcaz, hem oradan girince saçların beline kadar uzuyormuş. Kelliklerin gider hemen, üstelik orada yemekler parasız, otobüslere binmek parasız, ben geçen sene gittim her şeyi yedim. İnsanlar çöplere elmas atıyorlar burası gibi değil. O elmasları toplarız buraya geliriz sizinkileri satın alırız"
Benim kafaya yattı tabi bu plan, Fransa hayallerimin ülkesi oldu bir anda. Tabii o zamanlar internet yok, aç google sor bakayım Fransa'nın çöpleri elmas mı değil mi?
Ben yedim yeminle bu yalanı, her gün yatmadan önce Fransa hayalleri kuruyorum. Oraya gitmişim saçlarım belime kadar upuzun olmuş bir de sapsarı She-ra'ya benzemişim. O zamanlar sarı uzun saç demek She-ra demekti, büyüyünce ilk işim saçlarımı uzatıp sarı yapmak oldu ama Lerzan Mutlu'ya benzeyince gerçek tokat gibi çarptı suratıma... neyse işte çok zengin de olmuşum, böyle o zaman Bora diye bir sümsükten hoşlanıyorum, tam doğum günü zamanı gelmişim evlerine giriyorum bir havalar ben de allah allaahhh Yonca Evcimik yanımda bok yemiş! Masanın oraya motorsiklet anahtarı bırakıyorum hediye olarak. Herkes bana bakıyor şaşkınlıkla, ellerinde; kaşağı kitabı, şırıngalı kalem, 3 fermuarlı kalem kutuluk hediyelerinden utanarak. Sanki günde 7 kişiye motosiklet hediye ediyormuşum gibi gayet rahat bir şekilde teybe mezdeke kasedini koyuyorum, sonra bir başlıyorum ayveresii ayysiii diye gerdan kırıp göbek atmaya!
....
Gel zaman git zaman neyse biz bununla ayarladık beni yurt dışına kaçıracakları zamanı, 1 ay sonra okullar kapanıyor o zaman bekle bizi Fransa yapacaz... Annesi bavulun içine koyacak beni, zaten uçakla 3 dk sürüyormuş Rabia'nın dediğine göre(?) havalandırma delikleri de açacaz bavuldan sonra gelsin özgürlük... Böyle her gün bunun planını anlattırmaya başladım Rabia'ya "Anlatsana yaee bir daha beni nasıl kaçırcaksınızzz, Fransa da pislik insanlar yoktur di mi, niye olsun orası Fransa, Herkesin saçları belinde ne güzel sindy bebek gibi, ellerim de iyileşir di miii, Almanya'da çeşmeden bira akıyormuş, Fransa'da kola bi daha anlatsana onu" Sürekli kıza bunları anlattırarak mutlu oluyorum ..
Biz bununla şimdi ayrı okullara gidiyorduk ama her sabah beraber çıkardık, ben onu sokağın başında beklerdim. Bir gün yine böyle bekliyorum yok, gelmiyor kız. Bunların da evi nerede biliyordum ama hiç gitmemiştim, çağırmadı diye. Sadece bazen aşağıdan zile basardım o hemen aşağıya inerdi... Gelmeyince o gün merak ettim evden çağırayım bari dedim.
Apartmanın önü nasıl kalabalık, bir ton insan var.. Onun bacak arasından, bunun koltuk altından ilerleyerek evlerinin önüne girdim...
Kapıları açık herkes evlerinin içinde. Ev çok pis kokuyor böyle hala unutmuyorum, kapının girişinden salon gözüküyor duvarıında ince bir örtü tablo mu derler ona öyle bir şey var, kırmızı kadife gibi kadınlar bir de padişah var... Evin her tarafı sarmaşıkla dolanmış, nohutlar ipe dizip duvara asmışlar. Ama ev iğrenç kokuyor...
Çok kalabalık Rabia'yı bulamıyorum içerden sürekli ağlama bağırma sesi geliyor, birileri birilerini sakinleştirmeye çalışıyor. Kalabalığın olduğu yere doğru sıkışa sıkışa geçtim ve banyonun önüne geldim. İçeriye doğru kafamı iyice uzattım.
Önce ne gördüğümü anlamadım, iyice baktım. Küvetin içinde bir adam yatıyor, boynu upuzun olmuş ama çok çok uzamış ve mosmor...
Kaldım orada kitlendim resmen elim ayağım ve Rabia bu adam kim, Rabia nerede? oradan çıkmaya çalışıyorum insanlar bırakmıyor, herkes bir tablo izler gibi izliyor... Çıkamıyorum bir türlü zar zor attım kendimi o salona girdim.
Rabia'yı gördüm, birinin kucağındaydı. Annesini gördüm, ağlıyordu herkes başındaydı ve bağırıyorlardı "çıkın dışarı" diye.. Rabia ile göz göze geldik... O bakışı hala mıh gibi aklımdadır. Çektim gittim oradan.
Sonradan zaten her yerde duyuldu, Rabia'nın abisi intihar etmiş, o gördüğüm abisiymiş. Öyle annesi Fransız falan da değilmiş, babası da felçli bir şekilde evdeymiş... Evlerinde babaannesi, halası, halasının kocası, bunun bilmem kaç tane kardeşi dıdısının dıdıdısı herkes birlikte yaşıyormuş...
Bana yalan söylediği için Rabia'dan nefret ettim! Beni kandırdığı için de bana umut verdiği için hayal kurdurttuğu için de. Yüzüne bakmadım, onla hep dalga geçtiler, üstelik daha fazla ve acıyarak ve ben asla yanında olmadım. Ona o kadar sinirliydim ki... Onu görmezden geldim.. Bir süre öyle devam etti sonra yine arkadaş olduk, evlerine falan da gittim sonra yalan da atmadı ama hiç eskisi gibi olamadık, benim için salak Rabia olarak kaldı...
Aslında saçmalıktı yaptığım, söylediği her şeyin yalan olduğunun da farkındaydım. Annesi her gün balkondan bağırıp çağırırdı kızı, o kadının annesi olduğunu en gerizekalı olan da anlardı. Evin tek kızıyım diyordu paso yanında sümüklü çocuklar dolanırdı abla abla diye.. Zengin olmadıklarını da biliyordum, külot giymezdi yahu kıyafetlerinden belliydi, babasının evde olduğunu da biliyordum, annesi her seferinde "baban yatalak diye orospu mu olcan başıma" derdi balkondan buna... Üstelik herkes konuşurdu bu durumu..
Ama işte inanmak istemiştim sanırım ona. İhtiyacım vardı inanmaya ve güzeldi... Şimdi düşünüyorum da o kızın en kötü zamanında ben yanında olmadım bir de darbeyi ben vurdum. Oysa o beni hep mutlu etti söylediği yalanlarıyla...
Geçmişe dönme şansım olsaydı eğer ben onu kaçırırdım o gün o evden, yine derdim "Rabia bana Fransa'yı anlat hadi" diye...

27.06.2010

Bu hikayenin de sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Erik İngiltere'ye gitti. Öyle melül melül bakma kitabı alsaydın olayın ne olduğunu anlardın. Neyse işte aman gitti bebe... O yüzden biraz yazasım yoktu, açıyorum sayfayı tam yazamaya başlıyorum yarıda kalıyor, kapatıyorum. Hani böyle hala umudum var, o uçağa binip telefonunun kapalı olduğunu anlayana kadar dedim gelecek, "ehehe kerizsin kızım sen nassı kandırdım" diyecek gibi geliyordu. Demedi... Onun yerine elini karnıma sokup bütün iç organlarımı parçalamayı seçti.
Gitti işte..
Yani tecrübelerimden yola çıkarak gayet açık ve net diyebilirdim ki bu iş bitecekti zaten. Hani evet mantığım olmayacak diyordu ama gel sen onu içime söyle o hala umudum vardı.. Ki son günlerimiz işkence halini almıştı, sevişmediğimiz zamanlar kavga ediyorduk. Ben ona yaklaştıkça çırpındıkça o daha çok uzaklaşıyordu. Her şey bitiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
Sadece aslında işin duygusal kısmında da değildim biraz inat da vardı... Madem siktirip gitceksin neden yüzük taktın bana? O işte sürekli olarak "böylesi daha iyi, her ay gelcem gitcem bilmem ne" diyordu ama gerizekalı değilim, hayallerle yaşayan salak değilim en önemlisi kör kütük aşık değilim.
Olmayacağını biliyorum ama yine de devam etsin istiyorum, o gitsin oraya sonra ben burada hayatımın aşkını bulayım, onunla evleneyim fotoğraflarımı görsün, çıldırsın, ölsün gebersin neden gittim diye kafasını duvardan duvara vursun istedim. O yüzden ayrılmak bir an bile aklımdan geçmedi, ayrılmayı sonraki aşama olarak gördüm...
Ama o dümbük son güne kadar bekledi bekledi, yok her ay gelcem, yok seni sevcem, yok sen gelirsin, bak burada yaşıcaz, belki temelli oraya yerleşiriz hihi mihihi yaptı durdu.
Son gün de yanıma gelmeye bile tenezzül etmeyip telefonla bana dünyanın en klişe, en vurucu konuşmasını yaptı... Hani o kadar bir değerim yoktu bir sene boyunca kıçını yırt bir ilişki için ama adam senle son konuşmasını telefonda yapsın.
O da ıkına ıkına... "Sen her şeyin en iyisini hakediyorsun" demekle başladı, "Sana beni bekle demeye hakkım yok" ile bitirdi konuşmasını. Yok bu kararı kitap olayından sonra almış, yok kendini yanımda ezik hissediyormuş, yok daha adam gibi bir işi bile yokmuş, yok ben kendimi sana yakıştırmıyorum, yok daha da her şeyi bok ediyorum blablabla...
Onun öncesinde kurduğum bütün hayaller bir anda yalan oldu. Bihter'in kendini vurması gibi şeyler aklımdan geçti gitti. Allaaam öleyim şurada öldür beni ne olur bu gerizekalı ne bok yediğini anlasın. Ben kanserim mi desem acaba, belki vazgeçer gitmekten.. Yok yae şey erkekliğe bok sürdürmeyeyim gururlu olayım şey diyeyim "ayy zaten benim başka sevgilim var" oha bu da olmaz. Allahım ne cevap versem ne desem, desem ki "tamam git yeminle beklerim seni ben gelirim" olmaz zamanında demiştim bunları, bunlara rağmen o cümleleri kurdu bana. Sesini duymamış gibi mi yapsam lan "aloo alloo duymuyorum aşkım sesini, tamam tamam ben de seni seviyorum" böyle mi yapsam acaba. Bu salak o zaman mesaj atar. En güzeli acındırayım ağlayayım, bak evet evet ağla hemen "ben de tam sana hediye almıştım pekiii" de ve kapat telefonu. Ne ağlayacam lan, bu dümbük için baksana şuna benle dalga geçer gibi yüzüğü taktı 3 gün sonra "ben gidiyorum" dedi, şimdi de "her şey senin iyiliğin için" mavrasını çekiyor.
Ağzımdan çıkan tek kelime "hala arkadaşız ama bir şeye ihtiyacın olursa ararsın" demek oldu. Kapattım telefonu. Ve döndüm gittim...
....
Maalesef devamında bu kadar ılımlı ve anlayışlı olmayı beceremedim. Ardından akşam içtim içtim içtim tam tamına sayım 67 tane "allah senin belanı versin" ile başlayan mesajları döşedim bütün gece ona. Hiç birine cevap bile vermedi.
O kadar alışmışım ki ona gittiği gün her şey çok saçma geldi. Giyinmek bile istemedim, sanki bütün kıyafetlerimi onun için almıştım. Sabah kalktım her zamanki gibi dolabın başında yarım saat kitli kaldım ama bu kez ağlayarak. Geçen gün aldığım siyah badyi hiç görmeyecekti mesela. Sonra banyoya girdim, acaba arar mı ben banyodeyken diye düşündüm, sonra bu düşündüğüme üzüldüm. O aramayacaktı artık.
Dışarı çıktığımda karşıdaki travestileri gördüm, ona bunu anlatmalıyım diye düşünüyordum -ki artık bunun bir anlamı olmayacaktı. telefonum günde 20 defa çalmayacaktı, her aradığında salak saçma şeyleri ona anlatmayacaktım. Bir gün beraber gideriz diye mekan arayışında olmayacaktım, tatil planı yapmayacaktım, gelinlik hayali kurmayacaktım, annesini nasıl yok ederim diye düşünmeyecektim, artık hiçbir şeyin anlamı yoktu, artık o yoktu ve ben "biz" döneminden "ben" dönemine geçmiştim.
Bir de çok garip sadece ona ağlamıyorum, var olan bütün ilişkilerime ağlıyorum günlerdir. Hiç böyle delicesine körkütük sevilmemişim lan ben, paso hesap kitap meselesi olmuş aşklarım. Bana daha kimse "sonsuza kadar yanında olacağım" diye söz vermedi. O da söz vermemişti, verir gibi yapmıştı...
Böylece bu hikaye de bitti.. Geriye bana bir yüzük kaldı sadece onu da saklamayı düşünmüyorum. Satıp parasıyla kendime bir sene yetecek kadar orkid alacam...


DİPNOT: Bu arada ben artık Milliyet Gazetesi Cadde ekinde pazar günleri yazıyorum.
DİPNOT2: Az damar ama şu şarkıyı dinle bence

17.06.2010

Error veren izdivaç

Erik'in annesinden evdeki hamam böceğinden korktuğum gibi korkuyorum. O da benden o böcekten tiksindiği gibi tiksiniyor. Kadının o dudak bükmeleri, gözlerini devirmeleri, böyle oğlunu 10 parçaya kesmişim gibi tavırları, ne sorsam sert ve beni göt edecek şekilde cevapları var. Birbirimizi gerçekten sevmiyoruz. Bu yüzük muhabbetinden sonra özellikle kan davalı gibi bir şeyiz. Biraz da Erik'in salaklığı aslında.. Kadın ne derse benimle ilgili, gelip bana söylüyor; büyük ihtimalle kadına da benim arkasından dediklerimi söylüyordur. Mesela geçen gün şey demiş "PuCCa'dan beri zevkine de güvenemiyorum senin, kızın tipi tip değil, huyu suyu bihter gibi ancak süzülüyor bir işin ucundan tutmuyor" Ben böyle çıldırdım ama bunu duyunca tırnaklarımı avuçlarıma bastırıyorum, gerizekalı Erik'te gülüp duruyor. Sonra bana tutup "anam anam vefakar anam, vay annam vay" mavrası çekiyor.
Oturup "Valla kusura bakma ama seni bir gerizekalı gibi yetiştirdiğine göre çokta matah bir anne değilmiş" diyince "vayy sen benim anneme ne dedin" diye biz birbirimize giriyoruz.
Geçen gün annesi burada bütün iyi niyetimle dedim "evet kadın benden nefret ediyor ama büyüklük bende kalsın" aradım işte bunları, öğlen yemeğe gidelim diye, Erik böyle ıkın ıkın ıkınıyor öğlen gelsenize diyorum, bu yok mok derken arkadan bir ses geldi "yine mi o kız yaa, bir rahat bıraksın artık seni" diye.
Yine mi o kız! Ben bir çıldırdım, "o telefonu annene ver" dedim, telefonu suratıma kapadı.
Sen kimsin de bana "o kız" dersin. O kız var ya seni ne yapar bilmez misin diye bütün gün içim içimi yedi. Ayna karşısına geçip kavga ederken söyleyeceğim cümleleri tekrar ettim durdum.
Kaşlarımı indiriyorum, "bana bakın oğlunuzu seviyorsunuz anlıyorum ama saygısızlığınız dahi bir sınırı olmalı" yok bu olmadı, ne dediğimi ben bile anlamadım, bir elimi belime koyayım kaşlarımı da kaldırayım bari "Kusura bakma ama her akşam oğlunu koynuna alan benim" höh daha neler abartma PuCCa, biraz daha yumuşak yaklaşıp masumiyeti kullanmayı deneyeyim, şöyle kafamı öne eğip "Neden böyle davrandığınızı anlamıyorum ama kırıcı değil mi bu yaptıklarınız" ağlamaklı gözler, onu yaptığı şeyden dolayı utandırma ve Erik'in gözünde artı bir puan.. Evet dedim bunu yapayım. Kalktım gittim Erik'in evine işten çıktıktan sonra. Yol boyunca kendimi kibritçi kız moduna soktum. Böyle bir acı, bir ağırlık, insanlar tarafından bir ezilmişlik duygusu yerleştirdim. Ki buna sonra kendim bile inandım; otobüste koltuk altını burnuma yapıştırmış kadın tarafından eziklendiğimi hissederek "yapma abla, ne olur abla o boncuk boncuk terlerini gördüğüm, rolondan habersiz iğrenç koltuk altını suratıma sıvama, ben de insanım, neden bana böyle davranıyorsun" diye gözlerim dolu dolu soracaktım ki bir kendime geldim, dirseğimle ittim onu, "eve gidince keselen bea bu nasıl koku hayvan karı" dermişcesine pis pis baktım. Tabi götüm yemedi o lafı söylemeye sadece bakışlarımla anlattım durumu.
Eve doğru yaklaştım, arıyorum Erik'i hala telefonu kapalı. Evde falan yoksa oraya şirin güzel bir not bırakarım hatta tatlı falan alırım ki çocuk şey desin "ayy ne düşünceli kız" desin..
Neyse gittim açtı bu kapıyı, beni görünce bir şaşırdı, bir affalladı böyle eli ayağına girdi, tuttu kolumdan kapının dışına çıkardı, sessiz sessiz "ne işin var burada" dedi.
Lan dedim yoksa bu annem yanımda falan diye yalan mı söyledi, içeride kız mı var! O seste annesinin değil de kızın mıydı? Annesiyle 20 kez görüştük benden niye saklasın kadını.. O yüzden mi o telefonu kapadı bir daha açmadı... Allahım içerde bir kız var ve bu gerizekalı kızı değil beni kovuyor!
Bunu itmeye çalışıyorum kapının oradan bir şeyler göreyim diye, o da beni itiyor görmeyeyim diye. İçerde biri var işte ve içerdekiyle yiyişmesi, yalaşması ne bilim seksin getirdiği her türlü akrobatik hareketler de bulunması umurumda değil! umurumda olan o kız içeride, ben dışarıdayım. Demek ki ona benden daha çok değer veriyor! Demek ki istediği o, demek ki o artık hangi sürtükse ondan hoşlanıyor.
Harbi içeride kim var nan, o eski çalıştığı yerde ki kaşar karı mı acaba? biliyordum abi biliyordum onla arasında bir şeyler olacağını, yemin ederim hissetmiştim. O sürtük içeride!
İtiyorum Erik'i öküz gibi güçlü, o da beni itiyor. Bir şeyler söylüyor ama duymuyorum dudaklarını kıpırdatıyor sanki, kulaklarım uğulduyor, nefes alış verişlerim beni yoruyor, her yer karıncalı tek isteğim içeri girmek. İçeride göreceğim şey beni öldürecek biliyorum ama girmek istiyorum... Onu itmeyi bıraktım, kendimi geriye çektim kafamı ikiye sallayarak "helal olsun sana sen gerçekten orospu çocuğuymuşsun" dedim. Bu sonra tuttu ağzımı kapattı, ya resmen kız sesimi duymasın diye ağzımı kapatıyor dedim ve bağırmaya başladım bildiğin bağrıyorum ama elini yüzünü tırmalıyorum çocuğun, itiyorum vuruyorum ama hala kapının oraya gelemiyorum. O inatla ağzımı kapamakla "sus lütfen" demekle yetiniyor ben ise bir kulağını koparırsasına ağzımı bırakmasını bekliyorum.
Sonra böyle bir sessizlik oldu "dur lütfen, dur" dedi, kafa salladım, elini ağzımdan çekti kendini bir parça çekti, çektiği gibi içeri ben bağırmaya başladım onu tam ittim, kapının oradan annesini gördüm..
Kadın açtı kapıyı, "napıyorsunuz ya siz" dedi böyle bir bakış attı bana ama nasıl bir bakış anlatamam, deldi ciğerlerimi yemin ederim... Erik'e baktı sonra ya o bakışı çok iyi tanıyorum.
Çocukken beni çocuklarıyla oynatmayan annelerin bakışı işte bu! Önce bana bakarlardı bir pislikmişim gibi sonra dönüp çocuklarına "ben sana ne demiştim, bu kızla oynamayacaksın demedim mi? eve gittiğimizde etlerini cimcirecem" diyen bakışı.
Erik "içeriye girelim" dedi.. ama o kadar belli ki beni istemedikleri. "Ben gideyim en iyisi" dedim, üstümü düzelttim asansöre doğru ilerledim. Arkamdan bakmadılar, hoşçakal bile demediler, daha asansörün düğmesine basmadan kapıyı üstüme kapattılar hatta..
O yolda nasıl ağladım anlatamam, kendimi nasıl hissettiğimi bile yazamıyorum o kadar kötüydü.. Kibritçi kız yanımda bok yerdi o derece kötü hissediyordum kendimi... akşam mesaj attı "Bazı şeyleri ben düzeltmeye çalışırken sen daha yokuşa sokuyorsun yapma bize bunu" yazdı. Cevap vermedim, verseydim kıracaktım ondan çok kendimi. Sonra telefon etti, "Annem bazı şeyler için erken diye beynimi yiyor biraz sabretsen kadın 2 gün sonra gidecek zaten, birazcık ya biraz... sonrası zaten normal olur" Normalden kasıt ne bilmiyorum bile, ne olacak tahmin de edemiyorum tek bildiğim şey hayat her şeyi aynı anda vermiyor. Zaten kitap yüzünden aramız bozuktu şimdi bir de annesinin benden tiksinmesi. Ben yaklaşmaya çalıştıkça, çırpındıkça her şey daha beter oluyor.
Bir şeyler düzelirken mutlaka başka şeyleri bozuyor. Ve ben düzelenlere sevinmek yerine bozulanlara üzülecek kadar gerizekalıyım.


DİPNOT: Puccagunluk.com u şeyettim bloga yazmayacağım diye bir şey yok sadece onla uğraşıyorum. Küfür etmeyin bana "bloga yaz senin ananı avradını ..." diye burada götüm çıkıyor, canım yanıyor bir de sizden küfür yiyorum ohoooooooo ayıp ama...

28.05.2010

Bir blog yazdım ve hayatım değişti



Bunu bana 3 sene önce söyleselerdi "siktir lan oradan" derdim! Şimdi bildiğin kitabım çıkıyor! "1 Haziran'da olsun, Norma'ya olan vefa borcumu ödeyeyim" dedim ama olmadı maalesef :( 3 Haziran'da ancak kitapevlerinde olacakmış. O gün de doğum günüm bu arada, hayatımın en güzel doğum günü hediyesi de bu olmalı.
İmza imza dediniz ya hani, hah işte imzalı isteyenler için kitapları öpüyorum. 2 buçuk kilo çiğdem çıtladıktan sonra dudaklarımı kemçük gibi yapıp, kırmızı rujla tek öpüp imzalayacağım. Bildiğin öpücük valla yapışkan falan değil yani.
Son dakikaya kadar Cem Mumcu'nun beni arayıp "ehehehe malsın kızım sen! Nasıl yedik seni enayiii!!! keriz kerizz... 'en güzel aşk smsleri' dışında bir bok çıkaramazsın. Biz enteller böyle senin gibi eziklerle eğleniriz, hahaha şimdi bas git evine" diyecek diye bekledim.
Çünkü rüya gibi bir şey abi, bir de o kadar iyi davrandı, her şeyimize koşturdu etti. Yayınevi bilmem nesi değil de amcamın oğlu sanki, her şeyle öylesine ilgilendi.
Sonra Selçuk ve Işıl her gün arayıp "senin yazdığın -de ve -da lara sıçayım, kalk git falım sakızına şiir yaz embesil karı" diyecekler diye bekledim... ama sağolsunlar kan kustular, kızılcık şerbeti içtim dediler gık demediler...
Sonra Çağatay, günlerce "şunu yapalım, bunu edelim, bak bunu da yapacaz" diye canı çıktı her şeyle tek tek ilgilendi, ben de oturdum adama yanlışlıkla "götünü keserim" diye bir mesaj attım. ayy o çok kötüydü ya, yavrum güldü geçti o da naapsın mallığıma verdi heralde.
Ve kızıl saçlı afet Ebru; videoyu, kapağı hazırlayan kişi yani. Ortaya bu kadar güzel bir şey çıkarttı ki sevinçten ağladım lan, Erik bana yüzüğü taktığında öyle ağlamamıştım!
En önemlisi kitabı alsanız da almasanız da... Bana her gün küfür etseniz de sevseniz de... Resmen sizin sayenizde oldu!
3 sene boyunca takip eden de vardı, bir ara bakıp giden de bütün manitalarımı benden iyi ezberleyen de sadece bana küfretmek için gelen de. Buraya derdimi yazdığımda arkadaşlarımdan, ailemden önce bana yardım için çırpınan da.
Depresyonun en dibindeydim buraya yazarken, işsiz, parasız, terkedilmiş bildiğim eziktim lan. Baktım olmuyor bu şekilde en sıradan şeylerden, komik anlar çıkarmaya başladım. En azından dedim ilerde okuduğumda acıyı değil gülünecek detayları görürüm diye. İyi ki böyle yapmışım diyorum şimdi ve iyi ki yazmışım bloga.

Alırsan hani diyerek reklamımı da yapayım bari :Pp Buraya tıkla
Bu da Dizüstü Edebiyatın Tıkı

12.05.2010

"Küçük Aptalın Büyük Dünyası" kitabını almayanın evini yakarım!!!!

Hanii teee ne zaman bi yazarın evinde yemek yedim gibi bişi yazmıştım ya, haa onu yazabilirim artık...
Şimdi twitter diye bir hadise var ya, ben öyle 140 karaktede derdimi anlatmaya çalışırken bir mesaj geldi "Cem Mumcu" dan... kitap dosyasınız tırıvınızı getirin gibi bişi yazıyor. Sonra Her Boku Bilen Adam var hani o da blogcu, mesajı okurken ona sordum, o da dedi "ee bana da geldi bu mesaj"
Iyyyy dedim spam yapıyorlar demek ki, böyle kişilere "kitabını getir" yazacaklar sonra tabi bunlar da "vayyy taşşaını yediğim yayınevi" diye her yerde reklamını yapcak. Kitap dosyalarını da okumadan "biz size döneriz" diyecekler. Yani ben yayınevi şeyi olsam reklamımı böle yapardım...
Ondan amaan yaa dedim, HBBA'da bi sorayım dedi, neyse bunlar konuştular ettiler... Meğer sadece ikimize göndermiş bu yazıyı.. Buluşma günü falan ayarlamışlar hep beraber tanışcaz...
Bi de o dönem, şizofren bi hatun var bana takmış! Yüzünü bile görmedim hatunun ama böyle neler saymış. Kızı birebir tanıyanlar da raporlu hasta, siktiret falan dediler... Boşverdim ama içten içe de "lan bu o hatunun işi olmasın manyağın teki yapar yapar Cem Mumcu hesabı alıp twitterdan." diye de düşündüm.
Neyse işte böyle bir şüphe bir güvensizlik derken buluşma günü geldi çattı. Nişantaşında bir cafeye gittik HBBA ile bekliyoruz.. Göbeğim fırtlamasın diye sabahtan beri bişi yememiştim o yüzden başım falan dönüyor. Tansiyonum nasıl düşük! Ayran alcam kendime HBBA diyor ki "kızım görüşmede ayran mı içilirmiş" Soda mı ne aldım o açlığımı daha da gurul gurul etti..
Bekliyoruz bekliyoruz gelmiyor adam.. Dedim yemin ederim o psikopat karının işi, sağdan soldan da kahkaha sesleri geliyor HBBA'da dedi kesin o keklendik falan derken, dışardan Cem Mumcu ve yanında kızıl saçlı bir afetin geldiğini gördük. Bir ohh çektim en azından adam kendisiymiş diye... Geldiler oturduk, kimsin nesin muhabbeti yapıyoruz ama benim tek düşündüğüm şey masanın ortasında duran kruvasanlar... Bunlar konuşuyor böyle HBBA hayatını falan anlatıyor, başarılarını, aldığı teşekkür belgelerini, okulun en çalışkan adamı olduğunu, okumayı çok çabuk söktüğünü falan...
Bana geldi sıra, çocuk lisedeyken bilmem ne kurulundaydım bile dedi... Benim hayat hikayem ise eheheh lisede hep 9 yazıf getirirdim, okuldan atıldım sonra, üniversitede herifin birin aşık oldum, sonra başkasına başkasına derken falan gibi gereksiz "öl sen bee" diyecekleri türden bir hayat hikayesi sundum...
Bi de dünyanın en cana yakın insanları, lan sen yazar psikiyatrist sonra ne bilim televizyon programı falan yapan birisin, insan böyle yakın mı davranır, sürekli gülüyorlar falan her yapılan şeye espri buluyorlar. Hani biraz kasılsalar kendimi daha iyi hissedecem, onlar böyle laylay şambali olunca bu masada birilerinin kasılması gerekli o da ben olayım bari dedim...
Kasılmamın diğer nedeni tabii açlığım, midemin içinden gelen sesleri duyuyorum.. Şimdi diyorum yemek alayım, üstümdeki elbise o kadar dar ki, midemi içime çektiğim için götümden çıkacak neredeyse, bir bardak daha su içersem patlayacak o elbise... Bi de sandalye de rahatsız, yemek yemeyim en iyi dedim. Sevgili arkadaşım HBBA ama orada "ehuehuehu PuCCa açlıktan ölüyordu" diyince ona öyle bir bakış fırlattım ki, deldim gözlerimle resmen hemen hoop kıvırdı o da.. işte böyle ben açlığım elbisemin darlığından nefes borumu sıkan baskı ile beraber, kitapları konuştuk ettik siz hazırlayın gönderin dedi.. Sonra Sami Hazinses'i twitterdan sevdiğini söyledi.. "O benim arkadaşım yaaee" dedim, "üstelik blogu var ahanda bu alın bakın" diyince. "Ben bakayım size haber vereyim olmadı 3 tane sırayla çıkartalım" dedi. "İlk PuCCa'nın olmak üzre..."
Yalnız öyle bir şey ki, o hafta içerisinde yeni bir iş buldum, aynı gün ev arkadaşımı buldum, ve kitaba karar verildi..
Aynı haftada yani bu... 1 senedir hayatım sikko bir biçimde geçiyordu bi anda her şey döndü, bi anda yani..
Sadece ve sadece Erik'le aramız acayip kötüydü o dönem. Pezevenk ben iş bulunca çok bozuldu, bi de kitap olunca bildiğin ezik gibi mi hissetti naaptıysa, "Ben kimim ki senin yanında dolanıyorum" durumlarına girdi.. Valla lan, "çöpü döksene tatlım" diyorum...
"Tabii çöp dökeyim zateni ben kimim senin işin var kitabın var ben çöpü dökmeye layığım"
"bas git manyak mısın" diyorum
"bak bak bak şimdiden başladın, hemen ilk fırsatta beni tekmeledin belliydi"
2 hafta böyle gına getirtti bana, her lafından biri buydu.. Sonra alıştı allahtan neyse ki artık yok öyle tutumları...
Neyse işte ertesi gün oldu, Cem Mumcu evine davet etti bizi yemeğe. Tabii yemeğe davet diyince böyle yazar evi şamdanlar falan Kürşat Başar'ın sahur programı ambianslı yemeği gibi bişi sanıyorsun. Alakası yok sevgilisiyle beraber bize yemek sepetinden sosis söylediler...
Ama evlerine ayakkabıyla girdik bi de bembeyaz ev.. İçim acıdı o ayakkabıyla dolanırken içerde... Bu kez tabi akıllılık yaptım kot giydim gittim ki en azından olaya kendimi vereyim diye...
Orada bir muhabbet bir muhabbet, kitap dışında her şey hakkında konuştuk yemin ederim...
Dünyanın en komik ve eğlenceli çiftiydi valla...
.....
Hah işte ben o geceden beri kitabı yazıyorum, o yüzden buraya da çok yazamadım. O dönem içinde Erik evde Pes oynadı ben pc başında yazı yazdım. Yüzük ve ev arkadaşım dışında hayatımda bir atraksyon bile olmadı... Çok çok çok kötü bir durum hariç (onu da kitaba yazdım spoiler ehehehe)
Kitaba buraya yazamadığım her şeyi yazdım yaa. Bazı şeyler vardı yakalanırsam sıçarım diye neyin kim olduğunu şaşırtmacalı yazdıklarımdan onları da net tak tak tak yazdım valla.
Üstüne üstlük oramı buramı da gösterdim kitapta! yaa yaaaa...
Burayı kitap haline çevirmedim yani... sıfırdan dan başlayarak yazdım... (anam ağlaya ağlaya)
Bunun dışında gazeteye de çıktım lan, twitter ünlüsü ayağına üç beş twitçiyle ayy onları da koyayım, Star, Hürriyet, Milliyet
Yani demem odur ki şansım dönüyor mu ne! Sadece eski sevgilimden intikam almak için açtığım sonra ona kıyamayıp burada kendimi kesip arabesk halde takıldığım, ardından o kadar yalnız kalınca iç sesimi koyduğum yer sayesinde bana bambaşka bir kapı açıldı...
Ne kadar çok robbie williamslan sevişmek sonra Obama'yı suikastten kurtarmak, Bradle film çekerken bana aşık olması gibi hayallerim var olsa da bu durum rüyamda bile göremeyeceğim bir şeydi sanırım...
Umarım bu işten de yırtarım yaa, başarırım yani. Allahım başarayım da en azından bıyıklı ev arkadaşımdan kurtulayım...
Gerçi şey kısmı acayip koyuyo yine isim falan saklı olcak çünkü. Facebook hesabımda bile "kitabım çıktı mihi" diyemem.. Sonra iletime bile yazamayacağım lan, okuyacaklar ama egoma yararı olmayacak :( onda da napalım gülü seven dikenini de yer..
Kitap çıkarsana sen diyenlerin de isimlerini tek tek aldım, eğer almazsanız evinize gelip yakacağım :Pp
Yalnız kitabın kapağını görünce çığlık attım resmen o kadar güzel oldu ki anlatamam... Kalbim boğazımda güp güp güp atıyor.. Adı "Küçük Aptalın Büyük Dünyası" olacak...
1 Haziran olsun istedim kitap için, Norma'nın doğum günü yani. Umarım bir sıkıntı çıkmaz tam o tarihte onun için bir şey yapmış olurum....
Bu arada hepinize çok teşekkür ederim :)

1.05.2010

Sevmediğim otu Murphy'e sokayım iyi anlaşırlar

Evde mi kaldın? Sevgilin terk mi etti seni? Manitan evlenmeye adım atmıyor mu? Hemen pılını pırtını bir de 4000 lirayı toplayıp, bize yerleşiyorsun. Bir hafta kaldıktan sonra, kocan hoop kolunda.. Bıyıklı ev arkadaşım bana demişti de inanmamıştım. Karı dedi ki "kim yanımda kalsa ya da bizim orada çalışsa 2-3 aya kalmaz evlilik yolu gözüküyor. Herkesi evlendirdim ben" inanmadım o zaman gülüp geçmiştim... Ama şu anda bir tek taş sahibiyim!!!
Ve Erik bırak yüzüğü müzüğü, evlilik denilince 300 km koşan bir tipti.. Şu anda da porselen çaydanlık falan bakan biri haline dönüştü... Gerçekten de karı tekke gibi bişi.. 4000 lirayı ver, bize yerleş hoop kocan koynunda...
Bu arada haftaya babamla tanıştırıyorum erik'i... Kardeşim buradaydı, onun ailesi falan filan derken biz iyice bildiğin nişan çiftine dönüşüverdik.. Hatta öyle ki kendimden tiksindim bi an..
Tek taşım var ve ben bu sorumluluk altında ezim ezim eziliyorum.. ezildiğimle kalsam iyi mutasyona uğramışım sanki... Mesela cillop gibi çocuklar görüyorum böyle hafif kesecem güneş gözlüğünün altından, o anda bi parlama, bi nur gözümü alıyor, hooopp bakıyorum parmağımda bir yüzük.. O yüzük böyle Erik'in suratına dönüşüyor, o çocuğu keseyim kesmeyeyim telaşına düşerken, o oradan konuşmaya başlıyor.
"Ayıp değil mi yaptığın! yüzük takmış kadınsın artık biraz ağır ol! yoksa haketmiyor musun o yüzüğü haa??" diye.. töbeler olsun, 1 sene azmettim sabrettim öss sınavına girermiş gibi ter döktüm, kazandım o yüzüğü iki bebe kescez diye vicdanımla oynayıp kendimi kasmayayım diyorum ve başım öne eğik gidiyorum..
Bir ağırlık, bir hanımlık çöktü bi de üzerime sanki.. Yüzüğüme uygun elbiseler falan seçmeye başladım.. Utanmasam döpiyeslerle dolanacam sağda solda..
Nasıl kaptırmışsam kendimi geçen gün tencerelere bakıyorum "ayy maaşı alayım da şu çiçekli olandan alayım" diye.. Lan salak karı çay bile yapamıyorsun sen, bi de güllü dallı porselenli şeylere bakıyorsun..
Konuşmalarım falan da değişti artık konuşurken "biz" diyorum..
- yarın geliyor musun?
- geliyoruz ama Erik geç gelir sanırım
- ya lostu izlicem bütün gece ben son sezon müthişmiş
- Biz de Erikle geçen izledik, Erik etkisinden çıkamadı
- Peripetinin makarnası güzel oluyodu
- Erik de öyle demişti ya evet evet
Her şeyi sevgilimi katan iğrenç bir insan oluverdim.. O kadar adamla dalga geçerdim, ederdim ama yüzüklerin efendisindeki gibi bişi bu.. Taktığın an boyut değiştiriyorsun...
Ayy çok kötü, sıkıcı boktan bir insana dönüşüverdim.. Gittim elimdeki son parayı 3 tane her yanında böcekler pembeler allar güller sıçan nevresim takımlarına verdim...Tıkladığım internet siteleri de yemek blogları oldu.. Bi de saatlerce hayal kuruyorum, ayy şu fil taşşaklı somon salatayı Erik'in entellektüel misafirleri gelince yaparım.. Şu patatesli böreği de anası babası gelince işte...
Entellektüel misafiri de kim gelecekse artık, nasıl kaptırdıysam kendimi olaya, erik gözümde ODTUnün dekanı gibi bişi geldi sanırım..
Sonra "hadi dışarı çıkalım" muhabbetine girdik iki üç kez.. Ben içmedim! Bildiğin içmedim.. Bütün gece yanlarında oturup sütlü kahvemden içerek "başım ağrıdı eve gidelim tatlım" yaptım...
Ben böyle küfürsüz, flörtsüz, çeyiz kızları gibi ortalıkta dolanırken bi anda kendime geldim..
Bi de garip bir çift olduk, erik pes oynuyor, ben pc başındayım, tek muhabbetimiz "duvar kağıtları, yazın nerede tatil yapalım, babamın yanında onu söleme, annemlere giderken kek alalım..."
Bi de ev arkadaşım 2 haftadır falan yoktu. Biz çok evde beraber kaldık. Artık böyle direk uyku moduna da girdik, "içerde birileri var yapmayalım" "tamam tatlım" diyip yatıyoruz..
Market alışverişi yapmaktan zevk alan çiftler haline geldik. Tam ikeaya gidecektik ki dur dedim Erik.. Bak yanlış yoldayız, bunlar şimdi bize cazip geliyor ama sonra pişman olcaz. Bütün boşanan tipler böyle başladı. Evlendikten sonra değişmemiz lazım..
Diye oturdum uzun uzun anlattım. O sırada Pes oynadığı için bi şey duymadı.. Koy götüne gitsin dedik devam ettik..
Bizim bu nişanlı çift mihi muhattebimiz bu sabaha değin güzel güzel, anı yaşayarak sonucunu düşünmeden devam ediyordu ki bir olayla karşılaşana kadar!!!
....
Ev arkadaşım artık eve geliyor diye böle temizlik yapalım dedik, karıya ayıp olmasın.. Kalktık markete gittik, bi güzel aldık cifleri, yer silleri falan mutlu mesut elele kolkola, kanser yapıcı maddeler hakkında konuşarak eve dönüyorduk..
Tam evin oraya gelince apartmanın önünde iki adet sarı, böyle ışıl ışıl parlayan, orospumsu mu desem, sürtük mü, allah belalarını versin mi, kalleş köpek falan mı diye devam edemeyeceğim cisim bekliyor... Dış kapıyı açmak için uğraşıyorlar.
Zaten bu dış kapıları yapan firmaların tek özelliği o anahtarı takarken biraz dışarı çıkartıp kendine çekmek zorunluluğunda olman sanırım. Ulan bütün dış kapılarda aynı sorun mu olur. Bu mudur bu işin kuralı anlamadım ki?
Bunlar böyle garip gurup konuşarak açmaya çalışıyordu ki, bi baktım koşarak Erik yanlarına gitmiş karıların, kapıyı açıyor...
ben de arkasından pıtır pıtır koşturuyorum, o elimdeki cifleri tek tek götüne sokmak için!
Hoop erik açtı kapıyı, çocuk beni unuttu bi an "buyrun bayanlar" dedi.. Benim zaten orada beynim pıt pıt pıt atmaya başladı.. Kızlarda rusça konuşunca allaaaahhhhhhhhhhhhhhhhhhh!!!!
Yemin ederim taramalı tüfekle hepsini taramak istedim...
Derin derin nefes aldım, elimdeki poşetleri erik'e fırlattım.. Gözünün içine öyle bir baktım ki.. Anlamadı, bu kez asansöre doğru koşturmaya başladı, kapıyı açtı bizi içeri aldı...
Canım ya çok naziktir.. Evde ölsem pes'in başından kalkıp bana su getirmeyen herif, sifonu çekmeye erindiği için "puccaaa yaa sifonu çekiversene" diyen hayvan! beni bi defa otobüste unutmuş camış, orada centilmenlik yapmaya başladı..
Beraber bindik asansöre.. Kızların memelerinin oralarda bi yerde kayboldum ben.. Ezik sünepe gibi hissediyorum kendimi. Zaten terlemişim kokuyomuyum napıyorum, bi de saçımda ki yağın da biri bin para. Öyle aralarında acınası halde duruyorum.
Erik'in de gözleri ışıl ışıl.. Babası bisiklet hediye etmiş ilkokul bebesi gibi.. Nasıl gülüyor, nasıl sevinçli..
Orada aklına girsem neler düşündüğünü, nasıl fanteziler içerisinde gidip geldiğini tahmin etmem zor değil. İki sarı rus kızı ve bir hobitle, küçücük asansörde allaahhhhhh. Yer misin yemez misin.. Gerçi hoş beni fantezi dışı tutuyordur, sevgili kontenjanından sadece o da izlesin bari yazık diye düşünmüştür...
Döndüm ona karnına bir tane vurdum "o aklından geçen hayalleri sakın ama sakın kurma kes hemen!! yoksa ben kesecem" diyince "yaaeee ne diyosunn yeaaaaa" falan gibi ergen çocuk taklidi yaptı, pislik torbası!
Bizim üst katlarda bi yerde oturuyolar, çünkü ilk biz indik.. Geçiyoruz yanlarından kızların ayaklarına bastım, elimdeki poşeti de bi tanesine vurdum, yanlışlıkla olmuş gibi..
Erik'e de döndüm "sakın şirinlik yapma şunlara gel" dedim kuzu kuzu geldi..
Eve girdik, bunun surat asıldı, bi mutsuz oldu.. Çocuğumu sokakta oyun oynarken zorla eve alıp, ders çalıştıracakmışım gibi hissettim.. O surat nasıl ama böyle... Aaa pezevenge bak karılardan ayrıldı diye depresyona girecek..
- Ne oldu ayrıldın diye karılardan ağlıcan mı?
- Ya ama komşuların onlar biraz nazik olalım hadi yemeğe çağralım
- erik ağzına sıçarım senin
- aa çok kabasın çok bak o kızlar hiç öyle konuşuyorlar mıydı
- erik valla geliyor kafana haa
- rus kızları en iyi eşmiş valla ben diyim de ehehehe şaka yapıyorum yeaaaa canımsın benim sen okyanus gözlüm, yerli rusum.. onlara bin basarsın sen gel hadi yanıma...
Bu erkeklerin en nefret ettiğim huylarından biri, böyle sinir olduğun bi şey üzerinden sürekli olarak seninle dalga geçmesi.. Ona sinir olmuşum işte daha ne ehehe ohahaha hihihi diye mal mal laflar söylüyorsun... Kafandan geçenleri de biliyorum lanet olsun ki "ayy pompikim beni seviyooo benden başkasına bakmaz mihi^_^" karılarından değilim.. Ya da erkeğin kafasından geçeni bilmeyecek tiplerden... Ama bu yaptığına bir ceza bulmalıyım, öyle kolay o dış kapı muhabbetini affetmeyeceğim!!!!!
Bundan sonra Erik bizim eve asla ve asla gelmeyecek. Bu mahalle sınırları içerisine girmeyecek. O yaptığı espirilerin hepsi tek tek götüne girecek. Ayrıca babamla beraber aynı zamanda halamlarla da tanıştıracağım..
Hayatının en kötü günleri seni bekliyor erik!!! Gelecek haftasonu halamlar ve babamla geçireceğimiz zamanlarda andım olsun asla senden yana çıkmayacağım.. Seni kurtların arasına koyun gibi salacağım!!! Sana bugün yaptığının cezasını acı acı ödeteceğim..
Ve o rus kıları için de hemen imza falan toplayacağım, tamam mahallede ki, zencilere, japonlara hatta travestilere ses çıkarmadım ama bu çok fazla!!! Kusura bakmasınlar ben her gün bu işkenceyi çekemem, kalksınlar gitsinler başka yerde otursunlar! Sevmediğim ot burnumda bitiyor resmen...

19.04.2010

11 tane baldırı çıplak adama tercih edildim yine de gık demedim

Dün maç vardı tamam mı Fener- BJK maçı. Erik koyu bir Beşiktaşlı olunca, bu maç onun kaçırmaması gereken bir durum. Ama günlerden Pazar ve benim tek izinli olduğum gün.
Başlarda maçına, içmesine, gezmesine ses etmiyorduk ama bugün edesim geldi.. Aslında başlarda o da çok takmazdı böyle maçları falan.. Hatta onunla maç izlediğim zamanlar bile olmuştu, yalnız işte olmuyor ben gayet sıkılıyordum, onu da sıkıyordum. durup durup, "meyva soyayım mı ya, cips yedim ya şimdi her yanım sivilce olcak baksana, ohaa çocuğa bak! bu kim adı ne, ayy salak neden futbolcu olmuş manken olsaymış ya, pencereyi açsana sen o taraftasın, tuvalete gidiyorum bi istediin var mııı?? ara versinler de sevişelim be, çok sıkıldım" diyerek
iki üç kez beraber maç izlemeyi denedik başaramayınca, daha doğrusu o bu işten sıkılınca ben yüzüğün de verdiği cesaretle direk içimden geçen sesleri dışarı aktarmaya başladım!
Sabahtan dedim ki, hadi gel çıkalım dışarı kitap falan bişiler bakmamız gerek. Çıktık işte, bu sürekli offluyor puffluyor. Sanki çocuğu vietnama savaşa götürmüşüm gibi.
Bi afra bi tafra bana. "evde kalsaydık ne olurdu, hah geldik işte, offf şuradan yürüsene"
Böyle her boka bir tavır, kapris deli etti beni.. Hayır bi de saat 11 akşam geç kalcam derdine düştü. Sanki maça değil pezevenk, rusya ya gidecek nasıl heycanlı. bir ton baldırı çıplak erkeğin koşturup, birbirlerini fortlamaya çalıştığı bir spor bu, içinde alev alev yanan bir ibne mi var nedir bu erkeklerin. Sevdikleri sporlar hep, memelerini götlerini ortaya çıkarıp, birbirlerini okşamak için ara ara esler veren sporlar..
Erik'te mırmırmır bana küfrede küfrede yürüyor "sabahın köründe çıktık sokağa ne vardı, akşama geç kalcam işte, off dürtüp durma beni! alt tarafı çanta, ne izliyorsun saatlerce almayacaksan gidelim. aynı kıyafetleri 15 mağazadan baktık, yemicem PuCCa aç değilim yemicem artık gidelim"
- Erik waffle alalım yaa gel ortaköye kadar yürüyelim hıııı
- Manyak mısın kızım buradan oraya yürüyemem ben! maça gitcem yer bulmam gerek. Şurada ne yiyeceksen ye, gidelim..
- Erikkk ayy şunlara bak ne tatlı
- neresi tatlı be fiyatına baksana insan satın alıyorsun sanki
- erik ya şu kitabı alayım mı
- al PuCCa al al ve oku gidelim artık beni sıkıntı bastı
- yaaa hava çok güzel yürüyelimmm elini versene
- geç kalıyorum anlamıyor musun????
kalktık geldik eve.. Bütün günü burnumdan getirdi resmen.. Sonra bir deli oldum ben. Gitmicen dedim maça! hayır bütün günümün içine sıçtın madem ben de senin gününün içine sıçcam gitmene izin vermiyorum dedim..
Dııttt birinci hata! İlişkinin ilk günlerinde ne maç, ne arkadaşlarıyla takılmak nedir bilmeyen Erik bir anda oldu Çarşı taraftarı. Bir dellendi, herifi ben bile tanıyamadım, kalktı ayağa, gözlerinin beyazı kıpkırmızı oldu, damarları dışarı fırladı, elleri titremeye başladı, kaşının kenarı pıt pıt attı.. "Bana karışamazsın" diyerek gitti içeri..
O gitti ya içeri basbas bağırmaya başladım, işi biraz da inada bindirdim.
- Bana göstermediğin ilgiyi alakayı 11 tane herife göstermeye mi gidiyorsun, bir günüm var bir günüm bugünü de benimle geçireceksin! kusura bakma ben sevgilinim, o tuttuğun takım.
- PuCCa mantıksızca konuşma bu maç önemli ve sus artık yoksa kötüye gidecek
- Ne kötüye gidecek ha nee?? terk mi edecen beni. İşte sen busun bu!! elalem kavga eder karılar kızlar yüzünden sen benle ilgilenmekten acizsin sen hep bunu yapıyorsun, yarın öbürsügün çocuğumuz olursa, o da hastalanırsa demek ki kalkıp gideceksin maça. yazık değil mi haa o çocuğa???
- Çocuk hastalanırsa neden gideyim, o zaman doktora götürürüm. amaaan deli misin nesin, ben de sana benzedim. kızım ne çocuğu, alt tarafı maça gitcem şunu burnumdan getirmesen.
kalktım gittim ben de kendimi odaya kitledim. Ağlama krizlerine girdim. ama ağlamıyorum aslında ağlamış gibi yapıyorum. arada sırada da "sorun maç değil sensin hıckk bana hayvan gibi davranıyosun böhüüüüü" diye ağlıyorum. hıçkırmış gibi falan yapıyorum sessizlik olduğunda yere kapıya bişiler atıp, sinir krizi geçirdiğimi sanmasını istedim ama bir işe yaradı mı diye bir sor...
Yaramadı..
ben orada kendi kendime dellenirken, içerde biri var diye kriz geçirmiş gibi yaparken, beyfendi çıkmış gitmiş evden..
Onu da şey de farkettim, işte ağlıyordum, kapıya askılığı fırlattım ses çıkmadı, "ayrılalım da mutlu olll" diye bağırdım ses yok.. sonra kapıya doğru yaklaştım, kulağımı dayadım ses çıkmadı. kapıyı bir açtım çekmiş gitmiş.
ben orada yani ciddi bir kriz geçirecek olsam bırakmış olacak beni..
O kadar sinirlendim ki, şimdi keşke ölsem gece geldiğinde beni ölmüş olarak bulsa da aklı başına gelse..
Acaba kendimi aşağıya mı atayım, geldiğinde sokakta cesedimi görür pişman olur. "ahh gitmeseydim okyanus gözlümü üzmeseydim dilooo diloooo" diye ağıt yakar.
Yok ya ölürsem bi boka yaramaz, şey mi yapsam acaba; kusayım kusayım böle tansiyonum düşer zaten bayılırım, komşu beni hastaneye kaldırsın, bunu da arasınlar oradan öğrensin koşarak gelsin.. Olmaz bu gerizekalı duymaz telefonu..
Bacağımımı kırsam acaba şuradan düşsem de.. Ya davsanlik'a söylesem arasa onu, PuCCa'ya ulaşamıyorum nerede başına bişi mi geldi dese, evet evet. Du kapatayım şu telefonu da, geldiğinde de uyumuşum derim. O da "tatlımm öldün sandım çok korktum bi daha seni asla yalnız bırakmayacağım bu bana ders oldu" der mi?
Ya da terk mi edeyim lan evi, mektup yazayım, geldiğinde dolapları boş görsün yüzüğü de makyaj masasının oraya bırakırım, geldiğinde kahrolur, ferhat göçer gibi garip bi hale bürünür acılı acılı gelir benden özür diler...
Ayy salak PuCCa burası senin evin terkedemezsin, bi de senin makyaj masan yok! malzemelerini koyduğun yere yüzüğünü koysan herif hayatta o dağınıklıkta bulamaz zaten.
Ben böyle bir ton plan yaparken mesaj geldi telefonuma "ağlaman geçtiyse ekmek almayı unutma sonra gece acıktım diye beynimi yiceksin öptüm"
ben buna daha çok sinirlendim.. kapadım telefonumu eve geldiğinde ışığı bacayı kapatıp eve almamaya karar verdim. hem bi defa yataktan attım, yüzük geldi.. eve almasam belki gelinlikle gelir diye de düşündüm içten içe..
Bu kadar plan bu kadar program intikam yeminleri derken, pekiii sonunda ne oldu, BJK yenilmiş bunun surat 10 karış. nasıl üzgün nasıl yıkılmış. Yani şimdi terketsem inan beni siklemez bi de iki darbe yemesin diye makarnayı ısıttım, sonra da
- Allah'ın takdiri, ben ne zaman üzülsem üzüldüğüm şeyin ağzına sıçılıyor yapacak bişi yok, bi daha kine maça gitmezsin benim gönül rızam olmadan
- bugün STV'mi izledin sen naaptın?
dedi barıştık gülüştük seviştik dicem ama sonra "seviştini anlatıyo yaeee" dicekler. o yüzden demiyorum...

5.04.2010

İçimde yaşattığım Ferdi Tayfur öl artık!!

Günlerdir anamı babamı kesmişler, kardeşimden sucuk yapıp yemişler, beni de dolaba kapatıp bu işkenceleri seyrettirmişler gibi bir acı vardı üstümde. Allahım nedeni de bilmiyorum böyle bir şeyler olmuş sanki benim haberim yok. Babamı falan özlüyorum, ya öldüyse diye şıpır şıpır gözyaşı döküyorum. yerli yersiz kafamın içinde belli kelimeler dolanıyor, GURBET, ACI, GARİBAN, EZİLMİŞ, TERKEDİLMİŞ, YAPAYALNIZ... Sürekli bu kelimeler gelip gidiyor aklıma.. Kendimi tonlarca yükün altında ezilmiş unufak olmuş gibi hissediyorum. Biri benden bir şey istediği zaman "yapma ağabey vurma ağabeyyyy" diye ağladı ağlayacak durumdayım.. pencereden dışarıya dalıp dalıp ooffffff çekiyorum.. Babamla normalde ayda yılda bir defa konuşurduk onda da para lazım mı? lazım.. tamam.. bu kadardı yani. Ama şimdi aradığında "neden aramıyorsun beni :((( sizi çok özlüyorum gelsenize buraya, baba yemeğini özledim neden beni bıraktınız neden ha nedennnnn" Bildiğin ağlıyorum falan. Gece yatarken cenin pozisyonunu alıyorum "allahım neden ben böyle yapayalnızım neden bana bunu yapıyorsun neen beni sevmiyosun allaaam neden haa neeennnnn" diye hüngür hüngür ağlıyorum..
Geçen gün erikle telefonda konuşuyoruz, dedi ki çocuk "bi 10 dk geç kalabilirim" normalde tamam diyip kapatmam gerekli ya da çok sinirliysem, ondan çıkartmam gereken acı varsa, "zamanında gel bi gün de beeeaaaa" diye carlamam gerek. Ama ben kısık bir sesle, gözlerim dolu dolu "hep böyle oluyor işte hep geç kalınıyorum, herkesin geç kaldığı biriyim ben kimim ki zaten neyim ben sen de geç kal napalımmm" diyip iç çektim. Çocuk durdu durduuu
- PuCCa afadersin ama mal mısın? günlerdir böyle saçma saçma şeyler söylüyorsun iyi misin sen?
diyince bir dur dedim bi kendine gel.. Bu üzerinde ki acı nedir kızım senin dedim. Ve olayın kaynağını bularak çözdüm...
Şimdi işe yakın bir yerde eve çıkınca 10 dk daha yatayım otobüse binmem taksiye binerim diye salyamı yastığa akıtarak son sn rüyalarıma dalıyorum, dalmasına ama Taksi sendromu diye bir şey geçiriyorum sonra. Evden her çıktığımda küfrediyorum kendime "senin ağzına sıçayım ben PuCCa, 10 dakka yatcam diye vercen şimdi o parayı, her gün taksiye yatırdığın parayı birleştirsen ufuuuuu, ama nerede sende o beyin malsın kızım sen mal" diye kendimi ezikleyerek biniyorum taksiye.. Her taksiye binişimde aynı terane, o taksimetreye nasıl bakıyorum rakamlar her atışında benim kalbim de atıyor. Bir rakamları izliyorum, bir de etrafa bakıyorum piskopat gibi beni dolandırıp 3 tl mi fazladan almasın diye.
Ya çünkü bizim oraya 2 yol gidiyor, diğer taraftan dolanırsa pezevenkler 3 tl fazla yazıyor, her seferinde "abi buradan gitsene" diyorum, bana evlerine gelen cezayı anlatmaya başlıyor..
Bi de tik gibi bişi o taksimetreye bakmam, kalabalıkça da binsek, ben kendime onu görebileceğim mesafede yerimi ayarlıyorum, yok göremiyorsam hindi gibi kafamı uzatıp oraya bakıyorum...
Ha işte ben o taksimetreye bakarken taksi de çalan müzik kafamın içerisine işliyor. Takside genellikle sabahın kör vaktinde en ağır arabesk şarkılar çalıyor.. uyanır uyanmaz duyduğum ilk ses cengiz kurtoğlu, ferdi tayfur, hakan taşıyan olunca benim beynimde bu müzikler bütün gün çalıyor..
"Çıldırırım kahrederimmm, Hayatımı mahvederimmm, Bu şehirde durmaz giderim, Gelin olduğun gece.."
"Sevda bitti oldu yalan, Canım dedim oldu yılan, Ondan ağlamam ondan, Duygularla oynadı ya, Beni böyle ağlattı ya, ağlamam ondan..."
"Tahamül edemem bu ayriliga ne olur sevgilim vurda öyle git vurda öyle git vurda öyle git" (gerçi burada ki "vur" baskısını nedense ayıp ayıp olarak algılıyorum ama olsun... )
"Serseri dediler gücenmedim, Divane dediler gülüp geçtim, Senin bu yaptıklarına, Çok içerledim"
Her sabah güne böyle parçalarla başlayınca tabi bütün gün, "çocuğumu alışveriş merkezinde kaybetmişim, kafayı yemişim beni akıl hastanesine yatırmışlar, kocam üstteki zencilerle kaçmış, kaybettiğim çocuk dilendirilirken yakalanmış, müge anlıya çıkmış, sonra canlı telefon bağlantısıyla beni aramışlar, "çocuğunu satan ana" diye vesikalık fotomu koymuşlar ama benim bir günahım yok gibi hissederim..
O yüzden artık taksiye binmeyeceğim.. Böyle bir kahır acı çekmek çok zor lan..
Gerçi yine de şükrediyorum ya, Serdar Ortaç falan çalsaydı. Sonrasında tüm gün dengesiz dengesiz davran. Böyle ağlarken gül, üşürken denize girmek iste, bi anda gerdan kır falan ayy yok bilinçaltımın süngerliğini sikim ben..

25.03.2010

Öküzden olma, ayıdan doğma bir kız kadar romantiğim

Ne kadar şurada bulunan blogumda, arabesk arabesk şeyler yazsam da romantiklik konusunda suya sabuna dokunmayan bir insanımdır. Adam, bana çiçek alacağına mesela kalksın gitsin 2 kilo domates, bir kilo patates alsın derim. çiçeği napcam yani götüme mi sokayım! 3 gün sonra kuruyup böceklenecek, hiç bi işime yaramayacak. Ama patates, domates öyle mi, en azından o gün karnımı doyuracak.. Sonra öyle mum ışığında yemek falan çok komik gelir. Ya da başımızda keman çalan tiplerin olduğu duble mekanlar falan. Kasılırım ben, rahat edemem adamların yanında sevgilimle konuşamam bile.. ben daha çok köfte ekmek kızıyım, ya da ne bileyim evde olalım fifa oynayalım onla daha mutlu olurum. rakı balık yaparken mezeleri ben yiyeyim durumu, keman eşliğinden daha çekici gelir bana.. Ama işte Erik biraz daha klişe olduğu için, iki lafından biri de "hiç kız arkadaş gibi değilsin" durumuna girince bari dedim biraz onun kız kriterleri gibi davranayım.. Gerçi yanlış anlamışım olayı, o bundan bahsetmiyormuş.. Onun bahsettiği sürekli Murat Boz fantezilerimi yerli yersiz ona anlatıp kanser etmemmiş..
Ya bi de siz farkında değilsiniz ama bizim neredeyse 1 sene olacak.. Hani artık yıllanıyoruz da ilişki monotonluğa düşmesin biraz da farklı şeyler deneyelim dedim.. Şööyle elimden yemek yesin çocuk, mumlar falan aldım, parama kıydım az pahalı şarap aldım.. Yemek yapmak için bi ton malzeme aldım, çerezler merezler. Sanki iki kişi değiliz de Türk Silahlı Kuvvetlerini akşam yemeğe çağırmışım gibi alışveriş yaptım..
Ama bir girdi ki götüme o para, bir hafta dışarda yemek yiyebilirmişiz gayet.. Lan etin kilosu ne kadar pahalı, ineği kanlı canlı alsam daha ucuza malolacak resmen.. Geldim eve hoop çıkardım malzemelerimi baktım baktım baktım onlara, kafamda yapacaklarımın hayalini kurmak gayet güzel de iş yapmaya gelince, biraz götüm yemedi.. Dana bonfileler böle kekikli falan sonra peynir tabağı, soğan halkaları, tomarlarca meze, garip ismi olan makarna falan yapacaktım güya. Önümde zaten bir saat var, ben de oturdum, dondurulmuş inegöl köfteleri kızarttım, ardından soğan halkalarını, bi de hoop koydum meziz diye bir markanın hazır mezelerini (aman ben yaptım siz yapmayın patlıcan ezme diye bişi var ıyyykkk kapağı açar açmaz bütün ev koktu) pasta falan da yapacaktım ama tabi bir fırınımın olmadığı gerçeğiyle yüzleşince gittim onu da satın aldım. Öle abik gubik bir masa oldu.
Erik geldi işte mumları falan yaktık böyle fransızca şarkılar falan koydum ambiansa uygun olması maksatlı. Ama öyle hayvan bir sevgilim var ki gelmeden kokoreç yemiş! sonra otur sen bu adamla romantik yemek derdine düş.. Bir sinir oldum ama..
- Ya sen gerizekalı mısın? sana yemek yiycez diyorum kalkıp ne kokoreç yiyorsun, hadi yedin bencil köpek bana ne getirmiyosun. Sonra PuCCa benden neden ayrıldın, Pucca neden çükümü kestin! gerçekten çok sinirliyim sana kalk masadan, kalk kalk kalk...
- Ya ne biliyim sen yemek diyince, öylesine diyorsun zannettim. Hep yemek var gel diyorsun ama geldiğimde de arasana kebapçıyı yapıyorsun.. düşünemedim işte ya. Çok utandım affet hadi ama bak yiycem söz veriyorum..
Çocuğu kusturana kadar yedirdim.. Bir de sinirlendim affettirmesi için kendini bulaşıkları da ona yıkattım.. Romantik yemek olayımız bitti, sırada birbirimizle bakışıp şarap içme olayına girdik.. Salona geçtik, gene o salak mumları yaktım ben. çerezleri merezleri getirdim öyle muhabbet edelim şeyinde oturuyoruz.
Heyyy gidi hey nereden nereye yani böyle ilk tanışma anımızı falan anlatıyoruz..
- Ayy ilk günler ne güzeldi dimi
- evet PuCCa senin bir sevgilin vardı, hiç hatırlatma istersen!
- Neyse başka şeylerden bahsedelim, dün facebookuna kızın birini eklemişsin kim o, ben neden tanımıyorum???
Ardından tam 1 saat şifreni ver, vermezsen seni aşşağıya atacam tartışması.. hayır bir de çocuğa savunduğum bahane de, "arkadaşlarımın sevgilileri veriyo, sen de ver ya lütfen" baktım bu tutmadı "demek ki orada bir bok yiyorsun!!! yoksa neden vermeyesin??" Baktım buna da gelmedi. Ayrıldım işte senden dedim.. Sonra da "sen de bana şifreni ver o zaman veririm" diyince
- Ama aşkım ikimizin bazı özel şeyleri olması gerek. Bi bok olmasa bile o bana ait. Bu aynı sütyenimi giymeyi istemen gibi bişi. Saçmalama lütfen gecemizin içine sıçtın Erik! saçma sapan tartışmalar çıkartıyorsun kaç yaşındasın şifre istemeler falan aaaaa..
Diyerek ihaleyi ona bıraktım kapadım defteri..
Ya bu facebook olmadan önce nasıl temiz ilişkiler yaşıyormuşuz haberim yok. Bazen kendime kızıyorum, ya tamam 17lik beyni daha olgunlaşmamış, regl telaşında kızlar gibi davranma. Kaç yaşında kadınsın hala "yok onu neden ekledin" tartışmaları yapıyorsun, kendine mukayyet ol, tut o dilini falan diyorum ama.. Yok anacım olmuyor, valla olmuyor! Orada gördüğüm her şey beni dellendiriyor. "O neden fotona yorum yaptı, o neden seni dürttü, vayy o kesin eski sevgilin, kimden mesajlar geliyor.." Hayır çocuk orayı bir kapatsa ikimizde rahatlıcaz puşt da kapatmıyor!
....
Baktım gecenin içine cidden sıçcaz bari biraz yavşayım da şöyle aşklı meşkli bir gece olsun dedim.. Sonra böyle buraya yazamayacağım kadar cıvık cıvık iğrenç bir aşk muhabbetine girdik.. Böyle sen hayatımın bilmem nesisin, iyi ki varsın, benim en çok neremi seviyorsun ihihi falan gibi..
Ama ben bi türlü olaya konsantre olamıyorum, gözüm sürekli çocuğun yediği çerezlerde.. Masadan almak için elini uzatıyor, kendine çekerken kırıntılar yere. Lan ev arkadaşım temizlik manyağının teki! sabah bunları sikseler temizleyemem, böyle kalbim daralıyor o kırıntılar yere dökülürken. Sonra kadehi yere bırakıyor ama ayağı takılsa her taraf kırmızı olcak. Halının rengi de beyazlı bişi bu arada. Böyle koltuğun üstünde bir sürü çerez kabukları var. Çocuk işte gözlerinin okyanusu bilmem nesi falan diye bir şeyler söylüyor ama ben paso, "Şu üstündekileri peçetenin üstüne silkelesene, ya kadehi düşürceksin, şey yere oturalım mıı burada çok rahat değilim" diyerek bütün olayın içine sıçtım..
Karı nasıl üstümde bir hakimeyet kurduysa otomatik olarak "evin salonunu kullanmayan ev kadını" moduna bağladım.. Hatta ayy tv nin üstüne dantel örsem mi falan gibi düşünceler aklımdan geçerken bu gidişe bir dur demek lazım! dedim koy götüne rahvan gitsin ne olcak Erikten değerli mi dedim hoop çocuğun üstüne doğru kaykılarak, "yeter bu kadar mıçmıç sevişelim de yatalım uykum geldi" diyerek, hooop çıkardım üstümdekini..
Her romantik gecenin finali gibi bu da emme gömme muhabbetiyle bitti.
Zaten bunların hepsinin nedeni sadece bu. Yani ben tonlarca para vermeseydim, yine dürüm yeseydik yine yapacağımız şey bu olacaktı. Şarapla gelen uykuyu da hesaba katarsak hiç de hayatımın en ateşli gecesi gibi olmadı.. Ağzıma gelip duran inegöl köfteler, o pis mezizin mezeleri, acaba bir mum yanık kalmış mıdır telaşıyla uykuya daldım gitti..
Artık bi daha ki romantik akşam yemeğimiz dışarda olur, şahsen evde hiç eğlenceli olmuyor.. Yani ne bileyim bari dizi izleseydik, ya da film olmadı en azından oyun moyun oynardık.