10.06.2011

PuCCa ile 24 saat

Geçen gün derginin birinde ünlü bir mankenin hafta sonunu saat saat nasıl geçirdiğini yazmışlar. Hatunun yaptıklarını okudum, tövbeler olsun anacım benim hafta sonuma bak bir de diyerek utandım kendimden.

Sabah 8:00- O, güzel bir günü kaçırmamak için erkenden uyanmayı tercih ederken; ben rüyamda İspanyol erkeklerine krem şanti sürme başkanlığına seçildiğimi görüyorum…

8:30- O, Güne zinde başlamak adına kuvvetli bir kahvaltı için bla bla mekanını tercih ederken; ben hala yastığıma salyamı bırakarak uyuyorum…

9:30- O, kahvaltıdan sonra harika bir sporun iyi gideceğini düşünüp kardio mardiyo hak getire patır patır koşturuyor. Ben ise hala uyuyorum, o sırada durumuma hareket getiren tek şey çişimin gelmesi. Uykudan uyanma ile uyanmama arasında kalıp, “Allaam eğer çişimi geçirirsen kalkınca üç kurban keseceğim, lütfen beni uykumdan uyandırma” diye mırıl mırıl duamı edip çişimi psikolojik olarak erteleyerek bunu ulvi güçlere bağlıyorum.

13.00- O, sporunu bitirmiş, bir güzel duşunu da almış, hatta evine geri dönüp, süslenmiş öğle yemeği için Nişantaşı’nda karşılığında 2 ayakkabı alabileceğim bir mekanın yolunu tutmuş. Ben ise kardeşimin açtığı televizyonun sesine uyanmışım. Bas bas bağırıyorum, gözlerim şiş ağzım burnum kaymış, saçlarım Ayşe Özgün tadında, “Burada insan yatıyor bee insan, düşüncesiz pislik! Kapa onu atarım valla camdan haa!” diye kızcağızdan bütün bastıran çişimin öfkesini alıyorum…

14.00- O, hafif salatasını yiyerek, arkadaşlarıyla birlikte pıt pıt butikleri gezmek için yol alırken, ben yatağın üzerinde popişimi kaşıya kaşıya “bugün ne yapsam yaa” diye düşünüyorum. Sonra klozetin üzerinde tavanı, yerdeki mermerlerin şekillerini inceliyorum, bir tanesini acayip bir şekilde Orhan Gencebay’a benzetiyorum. Sonra banyo yapmam gerektiğini düşünüyorum, yemek mi yesem banyo mu yapsam diye çok zor bir karar vermem gerektiğini fark ediyorum. O, kendisine alacağı ayakkabının rengine kara verirken, ben banyodan vazgeçip aynada yüzümü yıkıyorum.

16.00- O, arkadaşlarıyla alışverişten yorulup güzel bir film izlemeye karar veriyor. Ben ise kardeşime yalvararak kendime kahve yaptırıyorum. “Eğer kahveyi sen yaparsan valla billa ben de yemek yaparım, ne olursun kahve istiyorum sadece” diyerek. Yaa zaten şu kıza kahve diye yalvardığım enerjiyi kendim yapmak için kullansam daha az yorulurum. 25 dakika sadece yalvarmayla geçiriyorum, sanki portakallı hindi dolması istiyoruz, alt tarafı sıcak suyun içine atılmış bir kaşık kahve yahu.

18:00- O, filmden çıkıyor arkadaşlarıyla resim sergisine doğru yol alıyor. Yolda yemek yiyecekleri bir yer görüp acıktıklarını hissediyorlar oraya oturuyorlar. Ben ise, dikkatini çekti mi bilmiyorum hala yemek yemedim. Buna rağmen bir bacağımı kes, onun kilosu kadar var ya da yok. Bilgisayarımı açıyorum, Twitter’a bakıyorum, Facebook’ta eski sevgililerimi, onların yenilerini kurcalıyorum. Arkadaşlarımın kekomançi iletileri ile dalga geçiyorum, bir yandan da kardeşimle kavga ediyorum. Kızcağız yemek yiyelim diye ağlıyor, ben ise “yaparsan yeriz gözümm” modunda takılıyorum. Sonra dışardan yemek söylüyoruz…

21:00- O, artık yorulup evine dönüyor, sonrası güzel bir duş, hafif meyveler bla bla... Ben ise saate bakıyorum “aaa akşam olmuş yahu, bu saatten sonra ne yapılır ki? Bari dvd izleyelim napalım” diyerek üzerimden pijamalarımı bile çıkarmadan o koltuğun üzerinde sızana kadar bekliyorum…

Bir Pazar günüm de böyle yok olup gidiyor yani…