25.12.2013

Ebru Gündeş'e üzülmemek için 13 neden


  • Kocası ülkenin gelmiş geçmiş en büyük yolsuzluk operasyonunun kilit ismi olması
  • 29 yaşında birinin, bunca mala mülke nasıl sahip olduğu, hiç mi aklına gelmedi?
  • Kahkahalar ata ata, 'kocam bana Mars'ı satın alacak' diyerek dalga geçmesi
  • Aynı günün gecesi, soğuk yüzünden ölen Ayaz bebek...
  • Zamanında Popstar'da eşcinsel diye topluma kötü örnek teşkil edeceğinden, yarışmacıyı elemesi
  • Magazinde çıkan haberlere göre, her ilişkisini aldatarak bitirmiş olması 
  • Ahmet Kaya için gözlerini belerte belerte, 'duygularının samimiyetinden şüphe ediyorum' diye açıklamaları
  • 10 tane şehit varken..
  • Bahsi geçen paralarla resmen yeni bir ülke kurulurmuş
  • Asgari ücret...
  • Bize uçak alan bir kocanın olmayışının kıskançlığı
  • Biz oturalım da kendi halimize üzülelim durumu
  • Bu olaylar içinde en son akla gelen Ebru Gündeş olması gerekliliği

Üzülmek için neden
- Çocuğu var.

3.12.2013

İnternet fenosu olmak için


İnternet âleminin en korkunç şeyi, çabucak her şey tükeniyor! Kahve yapmaya gidip gelene kadar, gündem üç kez değişmiş oluyor. Kendimi en son vine'da 'ayy yakışıyor mu hiç sana? Hiii yakışıyor mu o bebek gibi yüzüne!' gibi cümlelerle haykırarak bulunca havalar da soğudu bari kendime böyle gereksiz bir misyon edineyim dedim.

  • Arkadaşların adını 'Aaa o telefonu elinden bırak artık' zannedene kadar, telefonu elinden düşürmüyorsun. İlk kural bu! Takip ettiğin insanların sayısı, seni takip edenlerin sayısının 7'de biri olmak zorunda. Zaten, bir avuç insanı takip edip, en fazla iki siteye baktığın halde o telefon nasıl yüzüne yapışıyor onu ben de anlayabilmiş değilim. Pezevenk, sanki dünya borsasını izliyor, en fazla time line izliyorsun. Kan anonsları, gezi sloganları, üç beş hüloğğğğ, arada bir 3. sayfa haberleri, birkaç magazinsel haber, maç tabii bir de mekânlarla hava atanlar.
  • Asla kendinize feno demeyin! Hatta fenomenlerden tiksiniyor gibi davranın. Her muhabbette mutlaka haklarında bir kaç dedikodu bilin ve bunu anlatırken, 'ne pis dünyalar var kardeşim!' iğrençliğiyle anlatın…

  • Takipçi sayın biraz hareketlenince bir mail gelecek sana. Bu mail bir davet olabilir, bir hediye yollayacak olabilirler… Hatta şanslıysan bizi yaz sana para verelim diyen bir marka da olabilir! Asla o maili cevaplamıyoruz, sil sil sil hemen hatta! Hemen tuzağa düşme, kendine gel!!!

  • Pr'cılara asla güvenme! Hiçbiri senin arkadaşın değil, sen onlar için sadece markanın istediği bir kullanıcısın unutma bunu! Seni överler, kandırırlar, çok para kazanacaksın derler, allı pullu partilerle gözlerini boyarlar. Yapma!!!
    Öyle her çağırılan yere de gitme! Ay bu klişe maddeler var, internetin babaları olduğunu düşünen mühendislerin makalelerinde falan yazıyor. Orada her yanda kendinizi gösterin falan der, onları da ciddiye alma. Sana ulaşmak için canları çıksın, değerli olduğunu düşünsünler. Ama senden nefret etsinler ayrıca, ‘yine mi bunla uğraşacağız?’ diye dertlensinler de! Zaten seni hiçbir zaman sevmeyecekler o yüzden problem olmaz. Yeri geliyor, kızın bir aylık maaşına tweet atıyorsun, tabii sevilmezsin. Ben olsam gece seni yastıkla boğardım, yine özlerinde iyi insanlarmış
  • Reklam alma işi riskli bir iş. Bir senedir reklam almıyorum ama gel gör, halaaaaaa küfür yiyorum. Önce, işi sırtlanabilecek misin onu düşün. Sonra oldu da aldın diyelim. O paranı iş yapmadan önce mutlaka al! Allah’ım paralarımı alamıyorum! O cuma günü bir türlü gelemiyor. 'Para birazdan hesabınıza geçer' dedikten sonra tam 9 ay geçti. Şirket politikalarıymış, yok onlar öyle çalışmazmış bilmem neymiş... Aaaa koca markayı sen mi kurtaracaksın be!

  • Bir de iki üç reklam aldıktan sonra, bir kurnazlık geliyor insanın üstüne. Şimdi benden şu kadar komisyon aldı, ben işte, 5-10 hesap bulsam, onların komisyonunu da alsam işi bırakırım lan! İstifa ederim, zengin oldum oğlum!!! Tabii ki zengin olmadın. Zaten bu internetten çıkan insanlar zengin oluyor yalanı da nerden çıktı. Yaniii tamam üç katlı evde falan oturuyorum da… Bunu hepimiz yaptık genç dostum, hepimiz. Ben gittim ajans açtım ya, kaloriferleri yokmuş ama tuttuğum ofisin, bir de tuvaleti bir ay sonra kapatmak zorunda kaldım. Çaycıya da halaaa borcum var. Milletin, 'ama benim kitleeammmm böyle bir şeyi istemez anlıyomusannn' yakarışlarını dinlemek sana mı kaldı? Bırak, yesinler birbirlerini
  • Şimdi işler değişti tabi, Vine falan aldı başını yürüyor. Ama hala eski moda olan Twitter'a gelirsek, bunların hepsinin ana fikri aynı zaten. önce kendine bir yer beğen, kendinden bir karakter oluştur. Gündemci mi olmak istiyorsun atıyorum, birkaç gazetenin ana sayfasını oku, Twitter time line özetine bak, sonra iki de kendi cümlelerinle süsle al sana gündem odaklı bir Twitter profili. Haberleri izlemene bile gerek yok, zaten takip ettiğin insanlar izliyordur, boş ver. Kadın erkek ilişkileri üzerine mi? Biiiippp! Bu alan dolu kardeşim, paşalar gibi seneler önce arsamı aldım bu konudan. Gördüğün, yaşadığın her şeyi ilişkine bağla. Kafayı yemiş gibi ilişkilerden bahset. Bazen ilişki kusuyorum o derece! 
    Baktın kendine yer bulamadın, ağlak ağlak şeyler yazıp, sürekli evde kerpetenle etlerini kıstıran yabancı bir adam var gibi davran. Hep film izle, hep ama! 'Bu akşam da bundan önceki akşamlarım gibi şarabımı koydum, festival filmlerinden bilmem ne sikimin bilmem ne kuşağını açtım. Huzur bu' Ayy ne şaşırtıcı!   
  • Koloni hayatında gezmek… İşte benim en zorlandığım alan bu olmuştu. O yüzden internetle alakası olmayan adamlardan kendime arkadaş topluluğu edindim, orospular sonra benden ünlü oldu! O yüzden alışacaksın, hep bir arada olmak gibi bir durum oluyor nedense. Çünkü normal insanlarla iletişime geçemiyorsun! “Ne bu şimdi? Nee yani, buradan bir şey yazıyorsun okuyorlar mı? Eee neden? İnternet falan anlamam ben!” Sonra o gazla mıç mıç bir ilişki başlıyor. Önce kimin eli kimin cebinde durumu, ardından hooop “sen bana bunu nasıl dersin!” Boka batmayan, sonu hayırla biten bir arkadaş grubu görmedim. O yüzden diline hâkim ol, daha doğrusu Whatsapp konuşmalarına hâkim ol. Sayfa görüntüsü alarak yaşayan, ondan enerji alan insanlar var, deli misin?

    Son olarak, eğer buralardan kısmet bulmayı düşünüyorsan maalesef. Erkeksen ayrı ama yediğin önünde yemediğin arkanda ağlıyor. Kadın olunca işler farklı, kimle muhabbet etsen 'RT yaparken nelere dikkat edersin?' 'Sence şu tweetim nasıl' Seni sadece bot RT hesabı olarak görüyorlar. Ve en kötüsü azıcık ama azıcık takipçi sayılarında bir oynama olsun, ilk boklayacakları kişi sen oluyorsun.   


İnşallah istediğin budur, yani niye kendine böyle bir kariyer hedefi seçtin onu da bir sorgulamak lazım aslında ama umarım başarılı olursun.

27.11.2013

Ezgi Kim?

Şimdi şu aşağıda olan sahneyi yaşamayan çift yoktur, yaşamamışsa zaten çift olmayı becerememiştir zaten... “Ezgi kim? Kim bu orospu Ezgi!!!!”

Öncelikle böyle bir şeyi sormaya tabii ki hakkımız var be! Aramızda bir anlaşma var! Biz sevgiliyiz artık senin hayatın benim hayatım; doğal olarak senin Ezgi’n, benim Ezgi’m!
Tabii bir de insanlar zannediyor ki, iki sevgili kanepede sevişmeye beş dakika kala bir halde, aşktan gözleri dönmüş bir şekilde birbirlerini okşarlarken, telefon çalıyor, Ezgi adını duyuyor ve kıyamet kopuyor! Böyle bir hikâye olabilir mi? Her olay gibi bunun da bir geçmişi var tabii

Önce bu Ezgi'nin adı, adamın telefonunda oldukça sık görülmeye başlıyor. Bir kere azmine hayran kalıyorsun kızın, her yerden ulaşma çabaları falan… Her yerden ama hiç boşluk bırakmadan! Ardından ‘Ya sabır!’ diyorsun, ‘Şimdi kavga çıkarmayayım telefonunu karıştırdığımı anlar, bir daha değiştirir şifreyi, bulana kadar imanım gevriyor zaten!’
Ve sonra bir gün kahramanımız dışarıda, arkadaşlarıyla sosyalleşirken, (kendisi buna sosyalleşmek diyor; ben olaya amı götü dağıtma olarak bakıyorum...) Bu Ezgi yanlarında bitiyor! Gene susuyorsun, çünkü bu kez, 'Hah tamam iki kez dışarı çıktım zindan ettin bana her şeyi, tamam artık sen de çıkmıyorsun!' diyecek diye korkuyorsun.


Sonra bu Ezgi denen kız, gecenin ikisinde arıyor yaa, gecenin ikisi diyorum dikkat ettiysen!!! Kızım senin başına ne gelmiş olabilir de benim sevgilimi gece yarısı arıyorsun? Uyuşturucu baronları mı evini bastı? Akrabalarından dayak mı yiyorsun? Sokakta mı kaldın? Kapkaç mı yaptılar sana ne oldu da, aranızda nasıl samimiyet var da bu adamı gecenin ikisinde arıyorsun yahu! Terbiye Ezgi’cim, sadece birazcık terbiye!  Sonra tabii ki surata surata kükrerim. Bu kadar mı başına vurdu be kızım. Gecenin ikisinde sevgilisi olan adam aranır mıymış; hali hatırı sorulur muymuş, manyak mısın sen?

Hayır, bir de şöyle bir durum var kızlar! Aslaaaa kıskanç olduğunuzu adama söylemeyin! Sonra sizin her şeyinizi ona bağlıyor. 'Şimdi canım, sen kıskanç olduğun için.....' 'Kıskanacaksın yine olay çıkartacaksın bilmem ne....' Lan, beyinsiz beni gecenin ikisinde Abdullah diye biri arasa, telefonumu o Abdullah'ın nerelerinden çıkartırsın sanki seni bilmiyoruz. Yedi cihana eşcinsel olduğunu söyleyen çocuğu öptüm diye haftalarca kıyameti kopardın ya! Vine'da tipi güzel çocuklara like veriyorum diye kendini yerden yere attın be adam! Bunları konuşmuyoruz hiç, varsa yoksa benim kıskançlıklarım. Ama işte, kabullendik ya kıskanç olduğumuzu hemen vurun Pargalı’ya!
Kural belli, 'Tatlım, kıskançlık sadece kendine güveni olmayan kadınların işidir...' bunu telefonunu kurcalarken söylersen de olur. Ağzından bu çıktı mı seni sonsuza kadar öyle zannediyor.

Kızın varlığını adamın anılarından bile sildirdim. Bir daha görmeyeyim o telefonunu Ezgi, böyle sürtüklüklerin âlemi yok. Belli ki iyi bir arkadaşımızsın ama ayıp canım benim! Gerçekten ayıptır ya!
Kükreme mevzusuna bir daha dönersek eğer; Kükrerken iğrenç görünüyoruz büyük ihtimalle ama o sinmiş, pısmış halinizi de izlemek gibisi yok. Adam ufacık kalıyor ya, boncuk boncuk bakıyor, ‘Keşke o telefonu yeseydim de bu anı yaşamasaydım!’ diye.


Yani demem odur ki Ezgi kim diyorsak, bu Ezgi kim onun da hesabı verilecek o kadar!

15.11.2013

Allahım bu nasıl şey, kavga edemiyorum!

Ben kavga edemiyorum! Öyle kollu bacaklı dövmeli vurmalı kavgadan bahsetmiyorum. Onda zaten hemen 'Allah aşkına vurmayın ablalarım, vurmayın ağabeylerim!' moduna geçiyorum. Hep yanlışlıkla yediğim dayaklarla dolu anılarım. Ağız dalaşı mı diyorlar ona? Ne diyorlarsa işte ondan bahsediyorum. Karşılıklı bir ahlak ve edep çerçevesinde başlanılan kavgalarda, her zaman başarı sıfır! Bi kere her şeyi geç sinirlenince sesim hemen tizleşiyor. Vik vik tarzında konuşmaya başlıyorum, yutkunmalar falan derken sonra yiyorsa ciddiye alın.
O yüzden kavga ederken hemmmennn geçmişi açıyorum, çünkü bilindik konu ya, çok daha rahatım. Ya da onu orada bırakıp kaçıyorum. Ölümden döndüğün anlarda, hayatın film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer ya, benimki de hep aynı. 'Durdur şu arabayı, otobüsü durdur musunuz, Allah’ım bu odanın anahtarları nerde? Peşimden gelmesene yaaeee, polisi arıyorum bak, valla arıyorum!!!'
Bir de yemek yememe tribim var. Yemekte kavga ediyoruz diyelim, alıyorum tabağı biraz ileri itiyorum, arkaya doğru yaslanıp, suratımı muşmula gibi buruşturup, başka yer izlemeye başlıyorum. O tabağı biraz itiyorum ki anlasın öküz! Ama o yemek dışında başka bir şeye bakmadığı için, çoğu kez ona küsüp yemek yemediğimi anlamıyor bile! Bu da dünyanın en saçma olayı aslında. Hem durduk yere papara yiyorum bir de üstüne aç kalan ben oluyorum!

Odaya kendini kilitlemede de bir dünya markasıyım. Ağzımı açmadan domuz gibi saatlerce odada bekliyorum. O ise kapının orada önce bir ağzına geleni sayıyor. Ardından 'Hadi canım, hadiii , aç şu kapıyı!' sonra bana hak vermece, bir özür ve kapı açılış. Hoş artık onda da uslandı. Evdeki bütün kilitleri saklamış! Kavga ederken kediden kaçan fare gibi odadan odaya gidiyorum.

Ortalığı yıkıp dağıtmam var bir de. Kendimi kilitleyemiyorum, kaçamıyorum, ağzımı açamıyorum ağlamak ise hiç istemiyorum. Çünkü ben haklıyım! Bu kez hemen terlemeye başlıyorum. Oturduğum yerden adam bana bangır bangır bağırırken saunada fiki fiki yaparmışçasına bir ter, anlatamam! Sırtım baştan aşağı su! Hele telefonda kavga ediyorsam, bir yandan viikliyorum, bir yandan ağlamamak için kafamı sürekli yukarı kaldırıyorum, diğer taraftan ise terlerimi siliyorum. Bir şey yapmam lazım yani, yoksa su kaybından öleceğim! O yüzden ben de elime geçen ilk şeyi yere fırlatıyorum. Sonra bir bakmışım masa devrilmiş, aaa perdelere asılıyorum falan... O televizyonun halaaaaaaaa taksitlerini ödüyorsun sen göt müsün nesin!


Allah’ım bana kavga etme gücü ver ne olurrsun, terlemeden, ağlamadan, yutkunmadan sesim kısılmadan çatır çatır kavgamı edeyim... Teşekkür ederim. 

12.11.2013

Köpekkk gibi beni seveceksin!!!!

Kıçı kırık; yamuk yumuk bir köpek, beni aldı büyüttü, olgunlaştırdı resmen. Hayvanlarla ilgili duygum, gördüğüm zaman ‘oyy bu eve nasıl sıçıyordur şimdii!'den öteye geçmiyordu. Bir de zürafa sevgim var ki; o da hep rüyalarımdan kalma bir sevgi... Bir Mırnav’ımız, bir Ferdi Oço’muz, bir de Abdüş’ümüz vardı. Ama hep bunlar bir ev arkadaşım varken olan canlılardı.
Şimdi sadece bana ait, annesi bir tek ben olan bir hayvanım var! Puki, oy kurban olurum ben ona! Ben ona aşkımdan ölürüm! Bir canlı nasıl sevilirmiş, nasıl koklanırmış onda öğrendim! Allah’ım ona olan aşkımı anlatmamın imkânı yok! Hayvan için, İstanbul'da bahçeli ev diye tutturdum.
Puki'min bi hikâyesi var, bir daha anlatamayacağım kusura bakma, çünkü her bir tarafa yazdım. Bir gözümüz kör; diğer gözümüz de çok az görüyor. Ağzı yüzü yamuk yumuk bir canlı. Ama ben böyle kıskanç, böyle fettan, böyle çiyan bir şey daha görmedim, bilmedim. Bıraksam, dünyayı yönetecek orospu!

Zodi diye bir kardeşi var, bir de bunun. Bir senedir kabul edemedi onu, hayvana yapmadığı işkence kalmadı! Kendisi acıkırsa ancak Zodi de yemek yiyebilir, kendisinin canı isterse Zodi onla oynayabilir. Sürekli arkasında bir de iş pişiriyor. Sen kız çocuğusun, kardeşine niye hâlleniyorsun! Sen ne yapıyorsun ya Puki! Arkasından zor alıyoruz hayvanı!

Şimdi bizim evler de ayrılınca bunlar da ayrıldı tabii. Puki çok mutlu, böyle pislik biri işte, mutluluktan ölüyor kardeşi gitti diye. Alt katta yaşıyor tabii kardeş, bizimkinin canı ne zaman isterse, oyuna pıtı pıtı gidiyor oraya. Ama Zodi gelemez, asla gelemez! Hii Zodi bu evin sınırlarından bile içeri giremez! Yeri göğü inletiyor, hayvana saldırıyor ya! İçeri girecek de onu seveceğim diye kıyameti koparıyor!
Öpüşme, yiyişme her türlü halvet başlangıcını da unutun! Anlıyor ya, vallahi kafamın içinden geçer geçmez hissediyor. Hırlamaya başlıyor bizimkine! Ona bebek getireceğim de rakip olacak diye ödü patlıyor! Bir süre sonra evde halvet başlama durumu, 'Sen odaya geç canım, ben köpeği balkona koyayım geliyorum.' Olayına dönüşüyor. O duygusallık, o paralel evrende kendini görüş, o ulvi, kutsal görev böyle bir cümleye dökülüyor işte.
Bu arada sinirli bir köpek değil aslında. Herkesi seviyor, herkesi! Kapıya gelen herkesin ayaklarının dibinde, beni kucağına al, beni kucakla diye uğraşıyor. Ama biri bana yaklaşsın, önce iyilikle hemen araya girip beni öpmeye başlıyor. Yok, baktı ki karşı taraf inatçı, hırlıyor sonra. Ben bile korkuyorum!
Eve her gelen insan köpek sevmeli gibi bir durum var bir de! Biri bizimkini sevmesin, havlamaya başlıyor ‘Beni de sev beni de!’ diye. Elimde Puki, 'Bi şunu sevsenize' diye geziyorum. O, ‘Alerjim var, köpek korkum var’ insanlarına inat, geldiklerinde bir yere saklamıyorum hayvanı. Çoğu zaman sorun oluyor tabi. Puki ayakkabılarını yiyor ya da tekini alıp saklıyor falan...
Kendimden önce, hep onun açlığını düşünmeliyim. Her sabah 9'da kalkıp, onun ağzına bile sürmediği kuru mamalarını mama kabına koyuyorum. Çünkü bir senedir eğitim veriyorum güya! Zerre başarılı olamadım bu konuda. Sonra kıyamıyorum, içine biraz yoğurt koyuyorum yiyor bizimki. Forumlarda ne yedireyim diye araştırıyorum, her şey zararlı diyorlar. Bir konu önce kuru mama yedirin, bir konu sonra kuru mama kanser yapıyor... Hayvana bir lokma bir şey vermeden önce, iki buçuk saat yorum okumak zorunda kalıyorum!

Öyle aklınıza esince tatile gitmeyi unutun! Bir kere evde bırakamıyorsun, birine hiç bırakamıyorsun. Birine bırakmayı geçtim, eve geç dönerken bile sürekli aklında. Hiii!!! Ya bir şeyi üstüne devirdiyse! Ya yavruma bir şey olduysa! Yaa o mamanın hepsini yemişse, ayy örümcek falan sokmuşsa? Benim düşündüklerim bunlar! Bizimkinin aklına gelenler ise; 'O koltukların üzerine bak, işemiştir o kesin!' Sen kızmıyorsun bak, hep o yüzden oluyor. Her yeri tüy yapmıştır şimdi, sana dedim onları koltuklara çıkarma diye! Öff bu da, sürekli başımın dibinde bıd bıd bıd! Allah yarabbimmm sabır sen ver bana!
Geliyoruz eve, evin bütün ışıkları açık zaten, oyyy Puki’m korkmasın! Bir koşuyor, bir haykıra haykıra atlıyor kucağıma, bir seviyor beni, ben böyle bir duygu bilmiyorum! Koynumda dursun, öyle yaşayayım onunla! Saatlerce koklaşıyoruz, bu süre içerisinde benimki hala konuşuyor, 'Bak bütün ışıkları açık bırakmışsın, fatura gelince görecem ben yüzünü! Hadi faturasını geçtim, bir şey olacak kontaktan falan ondan korkuyorum. Bu ev tahta!'
Anladık be, tahta tahta anladık! Bu insanlara da bir şey beğendiremiyorsun! Yani işte o yüzden evde bile bırakmıyorsun zavallı hayvanı. Gece hayatımmm bitti, o sayfayı kapattımmmmm, beni kutlamalısınnnn diet kolayı bıraktım!!!

Tuvalet sorunumuz var bir de. Bu hayvanlar için bahçeli eve çıktık çıkmasına da bahçeye yapmıyor bizimki! İlk bir iki hafta, yapıyor sandım. ‘Ayy ne güzel, akıllı uslu köpeğim benim!’ Derken gerçek ortaya çıktı, çatıya yapıyormuş. Evin yukarısına yukarısına çıkan o koku meğer Puki'nin sidikleriymiş! Tuvalet yapmış kendine orayı, temizleyene kadar içim dışıma çıktı. Böğürmekten midem ağzımdan her an fırlayacak gibiydi... Hala ne zaman kendi etrafında dönecek diye tetikte bekliyorum!

Boşluğa havlaması vaar, nasıl unuturum! O lanet yayın gidiyor evde ses yok, yerler çatırdamaya başlıyor tahtadan olduğu için, bir de üstüne bu, kafasının görmeyen tarafıyla o yana bakıp bakıp havlıyor! Deprem olacak diye koltuğun altında da bekledim, aha oluyor deyip battaniyeyle dışarıya da koştum. Kızım bir küp altın mı var altında diye yeri sökmeye de çalıştım. Üç harfliler değildir inşallah diye dualar da okudum. Yok, vazgeçmiyor iki üç günde bir yüreğime indirecek böyle!

Bir de sizi gören insanlar, cümleye ilk olarak, 'köpeğiniz mi var' diyerek başlıyor. Tüyyyy, topak topak tüy! O bantlarla dilediğin kadar cart cart götür. Son saniye bir atlıyor, hobbaaaaaa!
Bir de Puki çok kıskanç, Zodi'yi bile kabullenemiyor sosyalleşmesi çok zor. Eve köpek geliyor, onu seviyorum diye gidip gözlerimin içine baka baka, ağlaya ağlaya kendini havuza atıp, intihar ediyor... Bildiğin intihar ediyor hayvan ya!

Yani o yüzden, sahiplenmeden önce bir daha düşün! En önemlisi bütün hayatın değişecek buna hazır mısın? Dünyanın en zor şeylerinden biri bence ama bir o kadar da güzel, hem de çok güzel!

Twitter'ı sevemedim, oyyy yapamadım onu ben!

Keşke blogu twitter gibi kullansaymışız, twitter'da imanım gevredi yaa! Kaşığı, bardağı, çöpü, orgazmı, evetttt orgazmı ne var? Yaptım bunu, başka seçeneğim yoktu! Bu arada yanlış yazmadım inşallah adını, böhüvvvvvvvvv adını yazmayı bile bilmiyorum! Haa ne diyordum, her şeyi işte aşka benzetmekten canım çıktı. Birde sanki millet benden aforizma kusmamı istiyor gibi bir durum oluştu. 
Niye yahuuuu, koycam tabi nerelere gittim, kaç para verdim, kimi gördüm! Allahhh allahhhhh! Bi sinir ediyolar beni, ne yapsan kezban, ne yapsan, anan! Atcam tabii havamı ya! Her şeye bir bok atmaca...
Oyyyy sevemedim twitterları ben, oyyy çok yordu oralar beni. Ben burada, yorumda 'senin ağzını sikerim, gelmimm oraya vaşak suratlı!' diyen bir kızım, sen napıyorsun. Orada daldım, gittim... Çat, çat çat! Allaaahhhh ne varsa, bi o koldan, bi koldan laf yetiştirmeye başladım. Böhüüüüüüvvvvvvvvvv başaramadım, böhüüüüüüvvvvv olmadı, yapamadım!!!!! Çingene gibi habire laf yetiştiren birine döndüm! Yediğimi içtiğimi koyayım dedim, battı gözlerine... Hep bi nazar, hep bi kenafirlik! Amaaaannnnn, Maşallah dedikleri 3 gün yaşıyor. Sevgiliyle ilgili iyi bir şey yazıyorum, daha tweet giderken biz kavga etmeye başlıyoruz.
Keşke seni de öyle çat çat günde 3-5 kez yazıp kullansaymışız en azından. Mundar oldum oralarda, oralar acımasız, oralar aç.... Sabah laf sokuyorum, öğlen ülkeyi kurtarıyorum, akşam da birinin aşkından ölüyorum. Çoookkk sıkıcı!
Bir de gündemi gelen 'arkadaşlar lütfen RT' hesaplarından takip ediyorum. Üstüne bir de fazla takipçin var diye fazladan misyon! Nedennnnn??? Nedennn, ben hayatımı yazdığım için ünlü olmuş bi zavallıyım sadece! Verdiğim oyu yazamadım yahuuu!!!! Bi uyanıyorum, 'Buna neden sessiz kaldın?' Bi dur, bi sakin ol 7 aylık! Bi çapağımı sileyim lan! 
Çok garip, favorileme diye bişi var. Ben hala çözemedim. 'seni gördüm kalp kalp kalp' şeklinde kullanıyorum genellikle. Sonra RT'lik tweet diye bişi var. İçerisinde hem gündem, hem aşk, hem eski sevgili bulunan cümle kur, al sana RT. Çooooookkkkk sıkıcı!!!!
Bir de üstüne bana twitter fenomeni dediler. Böhüüvvvvvv, ben oranın fenosu falan olmam ya! En nefret ettiğim sıfat, twitter anandır!
Bir daha asla bırakmam seni! Bence dönün bloggerlar! Bakmaya korkuyorum vallahi eskilerden ölü blog göreceğim diye... Çoğunuz evlenmişsinizdir şimdi, onları yazın. Ne bileyim, kız avcısıyken nasıl ev adamı haline geldiniz; Barları yazarken şu an anne olmanın en güzel yanlarını yaz mesela! Atamanız yapıldı mı? O çocukla evlendin mi? Hala bekar olan varsa, bi gidip kurşun döktürelim mi? Siz de yazın artık, dönün evlerinize. Anlatacak neler birikti kimbilir. Çoğunuzla küsüm zaten, bi kısmınızla da ağır kavgalı. Olsun yaa, beni de böyle sevin, hadii dönün artık!


Allahım, beni asla yalnız bırakma

Bu duam gerçek oldu, vallahi billahi oldu! Bir gün bile yalnız kalamıyorum, böhüüvvvvv kalamıyorum! Bir kere zaten Puki'den imkan yok, ne tarafa dönsem Puki! Yatakta, bahçede, banyoda her yerde o... Gece su içmek için mutfağa gidiyorum, “Kızım, niye görmeyen gözünle bakıyorsun, korkutuyosun beni, bakma o gözünle!” Puki'den yalnız kalmamın imkanı yok yani.
Bir de kargocular var. Sanki kredi kartını ben ödemiyormuşcasına, kıçımı kaldırmadan donumu bile online alışveriş sitelerinden alıyorum. Her gün görüyosun beni be adam, hala kimlik no da kimlik no! Bir de bazen geceleri uyumuyorum, gündüz uyuyorum. Kamu spotu izleme hastası olduğumdan değil ama niyeyse insanlar bize gelince uyumamalıyız yarışına giriyorlar.
Bu durumlarda dış dünyaya dair bir tek ses duymuyorum. Ama gel gör ki bi anda, Allah allahhhh kim saldırıyo lan diye ayaklanıyorum. Kargocular, kapıyı kıracaklar, biliyorlar içeride olduğumu çünkü. Bi sosyal hayatım olamaz mı lan Allahsızlar!!!! Gittim kapının zilini patlattım ya. Bu kez dan dan dan kapıya vurmaca.
Ardından kardeşimin aldığı siparişler, benim eve geliyor. Her kapıyı açışımda, 'onlar aşağının' demekten gına geldi artık. Her kapıya gelenin Puki ile flörtü var bir de. Bir de kendilerine özel sanıyor. Yok, kardeşim bu sürtük herkese böyle! Ardından başka bi kargocu geliyor. Bu da köpekten korkuyor, utanmasa kargoyu arabadan fırlatacak kafama.
Akşam kızlar geliyor, sevgilim zaten her gün bende. Yani demem o ki, yok kardeşim bir gün bile olsun yalnız kalamıyorum. Denedim, ıı ıh!


11.11.2013

İmza Günü…

Öncelikle en başta şunu belirteyim de bana saldırıp durmayın artık, yeter! Ben yazar değilim, sadece iletişimle ilgili iki üniversite bitirmiş, ikinin üzerini bile bile koyu yaptım. İnternette kendi blogunu yazan kendi halinde bir kızım. Sonra o günlükleri kâğıt sayfalara taşıdım, o kadar… O yüzden bir daha ‘Edebiyata bir haller oluyor’ falan diye bana saldırırsan; karaciğerini tırnaklarımla yerinden çıkartırım bu konuda da bir anlaşalım artık. Anlaştık mı? Twitter fenomenliği var bir de, Allahımmmm tiksindim, gerçekten tiksindim oralardan. Ben Twittercı falan da değilim! Kitap çıktığı zaman orada hesabımı kullanmıyordum bile. Bir garip bloggerım işte.

Hangi yazar her imza gününe geç kalır? Hangi yazar, erkekler tuvaletinde 'Az sonra imzam var yaa, ben gireyim mi?' diye sıra alır? Hangi yazar imzadan önce 'Ay buranın kuyu kebabı ne güzel yiyelim mi?' diyip, midesini bozar? En önemlisi, hangi yazarı arkadaşları kuaförde unutup gider? Bütün hepsi, ben diğer arabadayım diye Tüyap'a gitmiş ya, kuaförde gelin başı yapılan gelin gibi kaldım ortada! Bir tane eşyam bile yok! Zorla kıl kıyamet aldırdım kendimi... Bir de üstüne trafikte poz vermişim, ağzım kulaklarımda. Kırmızı bir ruj, kızları arabanın arkasından çekiyorum. Niye yani? O yüzden yazar değilim, hatta şu an ‘Başıma gelen şey ne?’ diye kendi kendime sorguluyorum.

İlk -gerçek- imza günümden önce kâbuslar görüyordum, hala hepsinden önce aynı kâbusu görüyorum orası ayrı. Bir tane kişi yok, yok! Bomboş yani her taraf, Allahımmmm Tüyap'ı bile kurutmuşum! Ha bu arada, ilk gerçek dedim, ondan önce bir kabin gibi bir şey yaptılar bana, arkadan sadece gölgem gözüküyor. Ve ben içeride yemek yiyordum. Neyse, ilk gün geldi, atladık gittik oraya. Bir sıraya girmişim, zaten sonu nerde başı nerde anlamıyorum. Önümdeki kız, arkamdaki kız hatta neredeyse bütün sırada benim kitaplarım var. Lan yanlışlıkla kendi imza sırama mı girdim diye de bir düşündüm. Ardından Tüyap'ta 1 saat yer bulmaya çalışma ve varış!
O ne! Ooooo ne!!!!
Ben yayınevinin önünde yaparız diye düşünürken insanları sığdıramamışlar diye imza salonuna toplamışlar. İnsan kaynıyor, ben hayatımda bu kadar kişiyi bir arada görmemişim. Hepsi çığlık atıyor, hepsi! ‘Bana mı?’diyorum ya, sağıma soluma dönüyorum. ‘Yanlış anlamış olabilirler mi?’ acaba diye o kadar şaşkınım ki..
Masamı kırdılar, önüm sağım solum kısacası her yer insan kaynıyor! 'Bi sandalyeye çıkar mısınız sizi görmek istiyorlar, yoksa burayı yıkacaklar!' dediler. Ben, durur muyum sence? Sanki dünden hazır gibi, verdim ayakkabıları arkadaşa pat diye çıktım sandalyeye! Ayy bir anda Tarkan oldum sanki! Oramı buramı sevmeye çalışanlar, o çığlıklar, o birbirlerini ezenler falan anlatılacak gibi değil... Ben de bir yandan gülümseyerek insanları ikna etmeye çalışıyorum hani sakinleşsinler diye.
Direkler devrildi tabi ikna çabalarım boşa gitti. Bi de niye ikna ettiğimi de anlamıyorum, ben ne yaptım. Zaten hani Pucca anime karakteri ya biraz onu andırayım diye japonvari bişi giymeye çalışmışım. Saçlarda ekler var iğrenç! Beyinsiz Pucca, balıketliden anime karakter mi olurmuş! Orta yaş market kataloğu mankeni gibi duruyorum...

Aldılar beni bir pop şarkıcısı gibi kaçırdılar. Sonra da anons ettiler, 'kız imzadan vazgeçti' diye. Onu duydum, şimşek gibi fırladım, ‘Nasıl ya??’ diye! Pat pat pat öne doğru parmaklarımın kaydığı ayakkabımla salona geri döndüm. Toparladılar onca insanı, geceye kadar kıçımı bile kaldırmadan, herkeseeeee -bak herkeseeee diyorum binlerden bahsediyorum hatta daha bi binler- aynı sevgi ve özenle imza verdim. En son, gerçekten de yüzük parmağımı hissetmiyordum! Çünkü o parmağım o kadar çekici ki kalemi bile onla tutuyorum! Böhhhüüühvvvv!
Yalnız şöyle bir olay var, arkadaşlar ben bilmeden Twilight olmuşum, Tylor Swift'i bisiklet bombasıyla şişir, boyunu da yarıdan kes, ben o olmuşum ya. Yaş ortalamasını gördükçe, kaçmayınnnn ablalarım, kaçmayınnnnn teyzem, kaçmaaa yaşıtım sıradan!!!!! Her yerde görüyorum sizi, yazları koca plajları sarı sarı yaptık, otobüslerde de görüyorum, gittiğim yerlerde de. Siz de gelin, kurban olurum, napıyorsunuz yaa!
Neden, nedennnnn neden, ben! Neden ben ve benim sefil hayatım!
Asla neden beni okuyorsunuz demem, deli miyim neden diyeyim? Hayatımda ilk kez bu kadar çok sevilmişim, ilk defa değer görmüşüm, mal mıyım bir de hor göreyim! Ama sevgili kızlarım, a 'puccagirl'erim o gül yüzlülerim, pamukcukluklarım... Eskiden kâbuslarım böyleydi, sizin yaş grubu beni hep kovalardı. Bir sürü vikvikleyen regl olalı 3 sene geçmiş kızlar! Meğer buna delaletmiş. Canım kızlarım benim inanın hepinizi çok seviyorum, oyyy başka çarem mi var, bi siz sırtladınız beni, ooooo... bebik yüzlülerimm, oo sarıll sarıll bana, 'hala bu parfüm mü moda ya!' Ayy 30 olmadan biyolojik saatim coştu zaten!
En son Tüyap'ta halıları kaldırıyorlardı, öyle bitirdim imzayı. Yaa düşünsene, eskiden bloga konulan sayaçlara bakıp, ‘ohh 25 kişi okumuş bugün’ diye sevinen bir insan evladıydım. Bir de şimdi, sürekli olarak imzada, 'Lütfen tek foto, hemen hemen çabuk! Sırada bekleyen çok insan var!' Hayatım sürekli bi 'noluyo lan!' olayları ile dolu oldu ama valla bu kadarını ben de beklemiyordum!

Yalnız bir şey söyleyeceğim; bu imza olayı biraz garip değil mi ya? Yani Kral Tv Müzik Ödülleri, şak şak şak her taraf yaldızlar, şovlar süslü. Sinema desen, galası bilmem nesi şıkır şıkır. İmza günleri ise; plastik bir sandalyenin üzerinde, arkası kartonet kaplama. Bir de kermes masası gibi düzenlemişler masayı, kenarında bir çiçek falan... Yani ‘daha ne olabilirdi?’ diye de düşünüyorum da o da kısıtlı zaten. Sonra 'Amaaaan yine bir değerimiz de popülerliğe sürgün gitti!' diye dertleneceğimi biliyorum.

Bir de ilk günden beri beni hiç yalnız bırakmayan bir grup var, haklarını gebersem ödeyemem! Zaten oraya kadar gelen kimsenin hakkını ödeyemem! Dünyanın en güzel hissi bu imza olayı ama bazı garip şeyler de olmuyor değil, şimdi bir de onları anlatasım var.

Sürekli olarak, 'bana farklı bir şey yazsana' diyorlar. Yaa ne yazabilirim? Nasıl bir yaratıcılık gücüm olabilir ki hepinize tek tek ayrı şeyleri yazabilirim. İmkânı var mı :(((((
Hep yazım güzeldir diye yalan atmışımdır. Böhüüüüvvv ben ne bilim digital çağa girdik, bir daha hiç kâğıda yazı yazmayız sanıyordum. Allah’ım, sürekli olarak, 'Ne yazmış, ne yazmış yaaa bu? Sen anladın mı?' bunları duyuyorum. Hatta bir tanesi kalkıp getirdi tekrar, 'biz 10 kişi anlamadık ne yazdığını' diye. Ben, en son Canan Tan'dan imza almıştım, onda da Selin'e diye atmıştı. ‘Gidip versem mi, bir daha sıraya girsem mi yoksa Selin diye birine mi satsam’ diye düşünmüştüm.

Sonlara doğru herkesin yüzünde benden nefret ettiklerini görebiliyorum. Şu saate kadar bekledim, hayatta bırakıp gitmem hırsıyla masaya bir çullanıyorlar! Ne yapacağımı da bilmiyorum! Nasıl sakinleştireceğimi şaşırıp ‘Sen otur lütfen, bir yudum su falan iç’ falan dediğim insan çok! Zaten masaya konulan kurabiyeleri de hiç yemiyorum. Sonra boğazıma kaçıyor, onca insan içinde öksür dur.
Yazı yazarken bir yandan da konuşamıyorum. İmzayı atarken yanımdakiyle bir iki kelam bir şey edeyim diyorum ama yok! Bir şey sorup, ardından 'Hah ne? Pardon anlayamadım ne demiştin?'
Sürekli birilerinin sizi izlediğini bilmeniz de garip. Ön taraftan sürekli bir ses geliyor, 'Hepsini imzalama; tek kitap imzala, tek!' 'Ne konuşuyor bu yaa, hooopppp biz sıradayız!' 'Dişleri gerçekten de yazdığı gibiymiş!'
Bu arada arkadaki organizasyon bozukluğunu da duymak zorundasın. En son artık, “Tüyap kapanıyormuş, sıradakileri dağıtırsak sen ölürsün, bunlar bizi döver, şu adam çok sinirli bak! O kesin seni döver. Bitersin, hayatının sonu olur, bu sıra dağılırsa bir daha seni bulamayız!” Böhüüüüüvvv bana niye böyle şeyler diyorsun yaa, ben orada mutlu mutlu imzamı dağıtıyorum.


Yani demem odur ki; gelen gelmeyen kim varsa teşekkür ederim. Siz benim bir hayalimi gerçekleştirdiniz, umarım sizin de hayalleriniz gerçek olur. Hayatında hiç sevilmemiş küçük bir kızı, siz kabul ettiniz. Kendinizden biri gördünüz. Sizin borcunuzu ne yapsam ödeyemem. Çoooooook teşekkürler! Bu arada kilo verdiğim umarım gözlerden kaçmamıştır bebek!  

10.11.2013

Bir Blogger Rüyası Gerçek Oldu


Bir peri geldi, İzmir'den İstanbul'a sevgilisi için gelmiş geri zekalı bir blogger kızın hayatını aldı ve değiştirdi... Bütün dileklerini kabul etti. Ama bu kız o kadar geri zekalıydı ki dilekleri bile bir bloggerın görüş alanıyla sınırlı kaldı. Güzel bir ev, barınaktan kurtarılmış bi köpek, aylık yetecek kadar para, kardeşimden uzak kalmayayım aman, ulusal bir gazetede bi köşe, bi kadın dergisinde sayfa, evden çalışacağım bi iş, yazarak para kazanacağım bir meslek, son çıkan konsol oyunları bütün hepsine sahibim!!!!! Bu ancak dandik amerikan filmlerine konu olması gereken bir hikaye bence! 
Bir blog yazdı ve oraya yazdığı her şeye blogu sayesinde ulaştı, her dileği gerçek oldu!
Biraz şu tarafıma, biraz bu yanıma gerinip, gerinip duruyorum! Bir şey diyeceğim kız, seni aldım ben ünlü yaptım ya!!! Ayyy çok rezil! Ama bir o kadar haz verici, yalan yok!
Benim ki bir peri masalı kızlar! Gerçekten gram abartmıyorum! Sadece dilek haklarımı yanlış kullandım!!!! Bir de prenssiz bir masal sayılır. Ne dua ettiysem kabul oldu, bunu anlatmamın imkânı yok ama çocukken dilediğim her şeye şu an sahibim! Allah kahretsin beni, dünyaca ünlü bi pop yıldızı olmayı dilesene; sesin yokmuş, yapardık yaa, çaresi mi yok onun sanki!
Ya da film yıldızı ol be! Brad Pitt'le film hayalleri falan kur! Sonra ne bilim, dar omuzlu, geniş basenli Türk kızı, Angelina'yı nakavt etti! Böyle hayaller kur değil mi beyinsiz!
Heralde sordukları zaman, 'Şimdi sonsuz dilek hakkı istesem, herkes aynı geyiği yapıyo diyip dalga geçecek, en iyisi susayım…' demişimdir. Bazen kendime çok kızıyorum :/
Hayallerim, hep mülteciymiş meğerse her şeyim bana yetecek kadarmış. Ne kadar acı ki, dilek kapılarımın açık olduğu noktada hep yanlış dilekler dilemişim ya da eksik... Bunu bile başaramamışım, ne acı!
Gerçekten de ettiğin dualara dikkat edeceksin! Bütün ilkokul defterlerimin içinde 'Allah’ım ünlü biri olayım noluurrr' temalı dualarım vardı. Kadir gecelerinde bile, kocadan sonra ünlü olmayı diliyordum ben! Ama geri zekâlı, niyetini duanı açık açık yapsana! Tamam ünlü de neyin ünlüsü? İnternetin... Oyyy nasıl ezik, ooo yazık, garip ya! Hep, ‘Seni bir yerden tanıyorum!' hissi. Ne bakıyorsun be, ne bakıyorsun dik dik korkutuyorsun beni teyze!
“Senin bir ‘2 kadın 1 salak’ diye kitabın var, ay bizim kızlar bi...”
“Onu ben yazmadım, onu ben yazmadım!!!”
Gerçi sen de amaaaaannn!!! 25 yaşından sonra, neyin ünlüsü olacaksın? Sosyetik falan geçti artık, neyin sosyetiği hem, yazlığın oraya dolmuş gelmiyor diye evinde oturan bir babam var!
Erotik pozlar falan desen, Alman güllecileri gibiyim. Telefonda bile iki memeli götlü; ama bir gözüküyor, bir gözükmüyor foto çeksem, ardından başıma bir şey gelir diye fabrika ayarlarına kadar siliyorum. Ne erotik pozu!
Ben de bana yakışanı yaptım, kahraman falan dediler. Bir anda ne oluyor lan oldum, amma çok havalıydı inkâr edemem!
Geri döndümmm!!! Bir bloggerın sahip olmak istediği her şeye sahibim. Çatlayın da patlayın lan! İlk bana arkasını bloggerlar döndü, hiçç unutmadım o günleri merak etmeyin. Küçük, şımarık, sürtük Puccanız geri döndü!!! İmza günüm var bugün ya, hepimizin rüyasıydı zamanında. Off ama ayran içiyorum şu an, karnım yine şişecek!
Çok sıkıcı arkadaşlar, o niye çağrılmıyoruz diye kavga ettiğimiz bütün davetlere özel biletlerim oldu. Çoğuna gitmedim bile... Zaten çok içki içip midemi ekşitiyordum, hiç bana göre değildi! O tartışmalara yol açan blogger hediyelerinin hepsi bana geliyor. Ayyyyy ev eşantiyon mağazına döndü! Hepsi yaratıcılıktan uzak bir sıkımlık ürünler. Bir de sonuna, bunu 'instagram, tweet, vine, bloglarınıza koyar mısınız?' diye yazıyorlar! Hoşşttt! Senin 3 liralık ürününü gider satın alırım be!

Yani öyle büyük bi mevzu kaçırmadınız işin bu tarafında...

Dur bakalım, buralarda en son nerede yaşarken kalmışım, ımmmmm oooo baya geçmiş aradan yahu. O sırada bir çocuk patlatsaydım, şimdiye kaç yaşında olurdu ühühühü artık yıl hesaplamalarım buna döndü! Neyse en son, eşyalarım misafirhanede, ben manitamın evine yerleşmiştim. Bir kocaman valizim dışında bir şeyim de yoktu. Şimdi!!!!
Görgüsüz gibi İstanbul'un göbeğinde dağ evi tuttum lan kendime!!! Gerçek bir internet kahramanına yakışır şekilde her köşesini instagramlık döşedim! Babalar gibi, bir senelikte kiramı ödemişim. Bak bak, paraya bak! Depozitosuz ev arayan Pucca'dan gelinen noktaya bak Allasen! Ben şahsen mutluyum, her gün bir koltuğun tepesinde zıplıyorum!
Anadolu yakasından tiksiniyorum diye dağı taşı inlettim, oturmam da oturmam diye tutturdum! Sonuç, 'ama köprüye 5 dakikaymış canım!'
Tamam 5 dakika da bana kimse tırlardan bahsetmedi!!! Tırlar var her yerde, aralarında sinek gibi kalıyorum. Korkunçlar, beni görmüyorlar. Trafikte görünmezim adeta! Önüme önüme attırıyorlar, koca koca kafalarını! Sürekli bir çığlık atma hali, “Ayyyyy gelme, gelme gelme!!!!” Yolun başında bir başlıyorum! “Allah’ım ben öldükten sonra Puki'ye iyi bak!” Levent'e geldiğimde, 'Sonra Maya halam da çok mutlu olsun, bir de şeyi de unutmayalım, haa evet evet dayımın oğlu Asilcan, onu da mutlu et... Aa geldim!”
Bu arada artık evden yazı yazdığım bir işim var. Hep istediğin şeydi işte Pucca, al tepe tepe kullan! Birkaç misafirhanem hariç, hep merkezin de merkezinde yaşadım. Pijamayla bakkala giderken, yakışıklıları gördüğün mahallelerde yani.. Bir de şimdi bak! Bakkala gitmek için arabaya binmek zorundayım! Allah’ım, para hani yormuyordu insanı! Off!
Evdeki tek derdim, kumandalar. O lanet olasıcıları ben ayarlayamıyorum! Birinde 5'e basıyorum, diğerinde kırmızıya, bir diğeri ne işe yarıyor anlamıyorum bile. Aaaa çıldırcam az kaldı, sesin bile kumandası var. En son bir tanesini masaya vura vura kırmıştım hatta! Ayy açsam ne olacak, lanet gelsin o Digitürk'e! Tam bir şeyi izliyorum, paaat yayın gidiyor. Müşteri temsilcileriyle artık akraba oldum. Kocamaaan televizyonum var ve lanet olası yayınım yok! Allah kahretsin sizi de decoderlere verdiğim paraları da!
Komşuluk ilişkileri desen, burası ölü kokuyor ya! Her yer yaşlı dolu. Bayramda ağla ağla içim çıktı. Milletin evine bayramlaşmaya gittim. Orospu, baban İzmir'de bekliyor adama telefon açmaya üşendin, balkonda reklam filmi gibi oturan amcayı görünce koşa koşa gittin!
Bir de böyle üst düzey yöneticilerin aileleri var. Çalışmayan orta yaşlı kadınlar, sürekli eve yemek yolluyorlar. Geri bonibonla mı yollayacağım ben tabakları, yoksa benim mi oldu hala bilmiyorum!

İki tane dişi köpeğim var, biri kardeşimin gerçi. Bir sene sonra aklına geldi, köpeğini sahiplenmek kızın. Onun öncesinde gariban, kendini Puki'nin köpeği sanıyordu. Neyse işte, bir de balıklarım var benim. Bahçeye havuz yapmışlar, içine de balık atmışlar. Gerçekten neden böyle bir şey yapmışlar bilmiyorum. Kediler sürekli onları avlamaya çalışıyor, bizim köpekler balıkları koruyor, ben onların arkasından koşuyorum da koşuyorum! Bahçeli evim var yani kıssadan hisse. 

Ama çok güzel bi evim var, korkunç ama yine de güzel. Bahçesine bir laf dediler mi kıyametleri kopartıyorum, senin böyle bahçen var mı lan!!! diye saçımı başımı yoluyorum sinirden… Her şeyi kendim yaptım, ohh sefam olsun! Hayalini kurduğum evde yaşıyorum daha ne isteyeyim!

Önceki evimde ilk hayalimi gerçekleştirdim, salonu kitaplıkla döşedim! Ama kitaplar bir pahalıymış, bir pahalı! İnsanın kitaplığı kendi karakterini yansıtır derlermiş ya, benimki Migros! Allah kahretsin, vizyonsuzzz!!! Ucuz kitapları yer dolsun diye ekledim de ekledim. Keko! Şimdi akıllandım tabi, daha oturaklı kitaplar alıyorum. Onlar ilk günlerin gazıydı.

Bu arada yemek yapıyorum, ilginç ama güzel de oluyor. Bir seviyorum yapmayı anlatamam. İnsanlar yediler mi hele bir mutlu oluyorum ki sorma.. Bir de ne o, ne bu, bak milyonlarca şey denedim. Hayatımda kendi yemeğimi kendim yaptığım zamanki kadar kilo vermedim. Üstelik çok yiyorum ama yok yani farkında olmadan vermişim... Ama bulaşıkları dizmekten hala nefret ediyorum, o tezgâh her seferinde leş, her seferinde sanki yemek yapmamışım da dünya savaşlarını ortaya çıkarmışım gibi oluyor. Yatak toplamayı da hala mantıksız buluyorum, yani akşam bir daha yatacağım!

Ama hala saçlarımı kendim boyuyorum, perçemlerimi kendim kesiyorum. Bir kaç kez dışarıda yaptırdım, Seren Serengil sarısı oldu kafam, alacalı bulacalı. Kafamın üzerine çamaşır suyu dökülmüş gibi. Perçemlerim kaşlarımın 3 parmak üstünde, Almancı ergen emo kızlarına benzemiştim. Kendi bildiğimden şaşmadım o yüzden.

Çok özledim ama seni, sana anlatmayınca bir bokun tadını alamadım. Önce şu ölü toprağını üzerimizden atalım. Tema falan bir değiştirsem mi diye bakınayım, bi tazeleyim seni.
Sonunda geldim, Hoş geldim!

Bir de hiç değişmedim, hala aynıyım maalesef. Bugün 10 Kasım, Atatürk'ü Anma Günü ayrıca da imza günüm var. Ama napabilirim, Tüyap'ın da son günüymüş. Halaa hayat aynı yani, yaşarken hiç komik değil, yazınca komik….

8.11.2013

Yüzleşme, Özgeçmiş, Ay Hadi İnşallah!


Hani insanın hayatında yaşadığı bir yüzleşme anı vardır ya, Hah! İşte onu ben dün yaşadım. Dünyaca ünlü bir markanın mağaza açılışı var. Ben de bunların hınılarının hınısından hınısının bir şeyinde vardım, o yüzden oraya gittim. Bir anda kendimi koltukların üzerinde yaylana yaylana, elimizde şampanya kadehleri; kızlarla, suratlarımızın fotoğrafını çekerken buldum. Eee hadi çekiyorsun tamam, ama bir de üstüne oturmuş öpücük atmışım. Kırmızı bir ruj, ama nasıl dağılmış! Tazeleyeyim derken her yana da dağıtmışım zaten, kekomançiyim ya bildiğin!
Napıyorum ben dedim ya, gerçekten napıyorum!

Hayatım, dünyanın en sıkıcı dizisi sanki... Marilyn... Norma, vallahi çok özür dilerim! Seni o kadar benimsemişim, öyle bir sevmişim ki hayatım senin Türk versiyonuna döndü! Türklere yaptığımız için zaten bi çok şey değiştirildi. Ünlü bir film yıldızı olmak isterken kimse tarafından kabul görmemiş, seksi de etiket gibi yapıştırılmış bir kariyere sahipsin. Atıyorum işte bana yazar diyenin giotine götürüldüğü bir yerde, o lanet seks üstüne yapıştırılmış internet üzerinden günlük tutan bir kızım. Seks yok ama işte; bende, seks yok! Vallahi billahi yok ya, dilimde tüy bitti. Kendimi parçaladım seks yok diye diye. Kim götünden attıysa, bir dedikodu var ki seks hayatını anlatıyor diye, yok anacım, yok olsa anlatcaz ama yok yani!
İnstagramımda o poza bakarken onu düşündüm, bu ne ya! Bu ne hal! Marilyn Monroe, kendi memleketinde aynı mağazının açılışında o koltuğun üzerinde poz verir. Taş gibi de olur o pozu maşallah. Bir de bana bak! Triko bir kazak, kırmızı ruj, dudaklarımı öne ata ata, yanımda da iki kız arkadaşımın kafası, çantamı nereme sokuşturacağımı bilmeden poz vermişim. Hiç olmuş mu Puccam, aa benim güzel kızım hiç olmuş mu? O sen değilsin bi kere!

Sen, adam senle ilgilenmedi diye evini yakan; düğün sesinden rahatsız oldun diye polise haber veren; Karakollarda ağlayan, yollarda kusan, içen, rezil olan ağzının ayarı olmayan bi kızsın. Ne yaptın sen ya, şittttt titre bi, kendine gel. Bir de balıketine hiiiç yakışıyor mu, cık cık cık!

Öncelikle, bu işin geçmişine bir gidelim. Ben kimim, onu bir öğren istersen. Çok ağır bir çocukluk geçirdim, burada şimdi anlatsam kendini asarsın. Arabesk, acı, kahır… Kemalettin Tuğcu kitapları yaşadıklarımın yanında masal kitabı kalırdı, yani düşün o derece. Annemle babam ayrıldılar, babam annemin yanından aldı sonra bizi. Ardından da ismime kadar her şeyimi değiştirdim. Yaşadıklarım ancak o zaman unutulurdu sanki! Herkes unuttu gerçek ismimi, arada bir kimlikle işim olduğunda aklıma gelirdi sadece o kadar. Ama internetin orospu çocukları, durup durup hatırlattılar, canları sağ olsun.
Ergenlik desen; şımarık, rezil, leş! Saçlarım oksijenle açılmış, kirpiklerimde şeffaf rimeller falan... Ardından mavi siyah saçlı metalci; sonradan tiyatrocu olmak isteyen, keman çalmak için uğraşan çok bilmiş. Ha bire kimlik arayışındaydım yani anlayacağın.
Bi de bakireyim diye dağı taşı götürdü sevgilim, üstüne 'İhtiyaçlarım var napimm' diyerek, arkadaşıma hallendi. Bir darbe de oradan aldım.
Sonra üniversite sınavını ilk girişte kazandım, ama ek kontenjanla gittim, o başlı başına bir hikâye zaten hiiç anlatmayayım şimdi.. Radyo televizyon sinema bir de üzerine gazetecilik okudum. Öyle boş beleş bir kız değilim aslında. Ama işte, okudum da kendime mi okudum? Sevgilimin peşinden gitmek için... Boş beleş değilim de azıcık geri zekâlıyım sanırım.
Ben bi aşık oldum, bi aşık oldummm… Allah’ım yok böyle bir acı!

Yok, kimseye hissetmediğim bir güven var ona karşı içimde. Hep yanında olmak istiyorum, hep ona bakmak, hep onun olmak… Aşığım ya, geberiyorum ona olan aşkımdan! Evleneceğiz, her şey hazır ama çocuk hazır değil, çocuk daha çocuk! Bitti tabii, ben de gittim onun şehrinden. Benden sonra birini buldu, ben de hazmedemedim tabii bunu, kalktım bu blogu açtım. Çocuk hakkında attım tuttum. Sonra da acı acı şiirler şarkılar falan yazmaya başladım. Bir de çocuk, o kızla evlendi üstelik! Allaaaaaahhhh, kalbimi aldılar et döver gibi tak tak tak ezdiler sanki.. Haa ama sonra boşandılar. Gülmüyorum be, banane Allah herkesin yu... Ayy kimi kandırıyorum? Duyduğum gün sevinçten timsah dansı yaptım evde!
Sonra burada yazmaya başladım. Çoook uzun süre bir kişinin bile okuduğunu düşünmüyordum. Ardından bunları kitap yapalım, dizi yapalım diye tutturdular. Büyük bir gururla 'hayır' dedim. O ‘hayır’ı her ne kadar entellikten demiş gibi dursam da, yok dememin gerçek nedeni gayet de 'amaaaan bir kişi bile okumayacak' durumuydu. Sonra Cem Mumcu geldi, ‘bütün bloggerlara bir fırsat’ dedi. ‘Alllaaaaah’ dedim, niyeyse o zamanlar blogger olmak şimdiki gibi değil. Hepimizin götü çıkıyor hakkını korumak için. Hoop bi dava açılıyor, bütün bloglar kapanıyor. Ben de ‘bir sürü seri olacak nasılsa, arada kaynarım, torunuma torbama hatıra kalır, ileride gösteririm’ dedim. Ardından bana en büyük kazığı bloglar attı! Tabii bir heves, bir furya… Ya bu blog bilmem ne başkanları seçiliyor. Adamın biri de daha kitap çıkmadan alıp fotoğraflarımı yayınlamıştı. Sonra başkası beni erkek yaptı, ardından bir başkası 60 yaşında kadın, kimisi reklam kampanyası dedi… Ulan senelerdir beraber yazıyorduk, hiçbir sorunumuz yoktu, şans bana güldü diye ne saldırılar, ne öfke, ne kin anlatamam!
Hele ekşi sözlük... Yaaa adam benim için, kesin bu blog dizi olmalı yazmış. Kitap çıktıktan sonra da, 'Hayatımda duymadım, okumadım, bilmiyorum ama çok bok, inşallah geberir!” hep aynı. Birine de Twitter’dan cevap yazmadım diye onlarca entry girmiş 

Bu arada, İstanbul'dayım bir reklam ajansında çalışıyorum, azıcık maaşım var. Kurtuluş’ta bıyıklı bir ev arkadaşım var. Karşı binamız, porno sitesi kenarı gibi. Siyahîler, fahişeler, travestiler, Japonlar! Sürekli bir cinayet, bir şey oluyor evde. Bıyıklı da rahat durmuyor! Bir sevgilisi var, adam her gün evde, sıra gecesi zılgıtlar, leleleeeyyy!

O zamanki sevgilim; beni terk etmiş, İngiltere'ye gitmiş. Üstelik bir mektup yazmış bana, çükü düşsün! Bir de arkadaşım var Ankara'dan, kızın derdi benimkinden daha ağır. Yapayalnızım, kimsem yok! FriendFeed diye bir yer var, orada yazıştıklarımla ancak. Onlarda da bir moda akımı başladı sonra, herkes herkesle tanışınca büyü bozuldu. Kelimenin tek anlamıyla kimsesizim. Dışarıda herkes kitaptan bahsediyor, röportajlar, onlar bunlar… Otobüsteyim, okuyan kişileri görüyorum, kahkaha atıyorlar. Gidip vurmak istiyorum, 'ben onları yaşarken ağladım taaammmııaaa!!!' diye.

Bu arada ilkokuldan beri hayatımdaki her şeyi tuttuğum günlüklerim var, oraya yazardım. Babamın ajandaları benim için günlük demekti... Yani bu kitap benim için bir tarih, bir hayalimin gerçekleşmesi ama sorarsan kutlayacak bir kişim bile yok! Çünkü kimseye söylemedim, anlatmadım… Gizli karakterdim. Güya tabii. Ajanstaki herkes biliyor, daha iki hafta önce ananem öldü diye izin almışım, kitapta kadını her fırsatta öldürüp, izin aldığımı yazmışım. Yan masamda oturan kişi gecemin nasıl geçtiğini biliyor.
Üstelik bu arada herkes gibiyim. Yani bir bakın yazdıklarınıza, ne yaşadığınızı başkası hemen anlar. Bir insanın Twitter profilinden bile, ne zaman tatile gitti, ne zaman döndü, ne ara sevgilisi oldu, bir ara aklı birine mi kaydı hepsini anlıyoruz. Bir de özel hayatın gizliliği diye saldırdılar. Eee ben buraya yazmışım o hayatı, sen fotoğraflayıp albüm yapmışsın. Deterjan kafa, bana saldıracağına, internetin özel hayata olan tutumuna laf söylesene! Bak yine sinirlendim. Bu huyumdan da bir vazgeçemedim zaten. ‘Koca fenomensin Pucca, millete küfretme artık’ diye kendimi tutmaya çalışsam da bazen bir giriyorum ki analı bacılı, Menemen hattında minibüsüm var zannedersin!

Ardından bir tuttu, bir tuttu günlükler önünü alamadık! Maşallahhh.... Tahtaya falan vursana bir, varsa yanında manitana da vursan olur. Odun hepsi zaten! Aşk dediğimiz şey kadının beyninin içinde başlayıp, biten bi olaymış onu anladım. Vur, vur bir şey olmuyor! Bu arada günlük tuttukça tabii o ilk başta tutunduğum ne varsa kaydı gitti elimden.

Gel zaman, git zaman artık sıkıldım bu gizlilikten. Benim zamanımda internette insanlar isimlerini vermezdi. Ben böyle gördüm, bunu bildim. Ama gel gör maillerimi, bir fotoğrafım için benden milyon dolarlar isteyen mi, siteler açan mı o fotolarla. Ulan lösemiyim diye milleti kandıran küçük Pucca’lar mı? Babam da bir gün aradı, 'ben seninle gurur duyuyorum, sen de kendinle gurur dur artık!' dedi, yani kitaptan haberi olduğunu söyledi, bu durumda benim için gizlilik falan artık rafa kalktı.

Çok kırıldım, çooook kalbim kırıldı, çok ezildim. Hayatta en büyük acımasızlığı kendime yapmışımdır. Yani düşmanımı kendim kadar harcayamam. Ama her gün ‘çirkin, çirkin, çirkin, Kuran’a işemiş, babası bilmem ne yemiş’ tarzında ve daha ağza alınmayacak tonla hakaretler okumak beni artık delirtti.
Çok sindim, çok kapattım kendimi. Kendi üç beş arkadaş grubum dışında kimseyle görüşmedim. Zaten grubumuzda aşk, intikam, entrika hiç eksik olmadı! Sadece arkadaşlarımın davetine gittim, çok özel değilse kalabalığa karışmadım bile. Hatta bana ulaşamazlar, telefonumu açmam, kimseyle görüşmem, konuşmam...

Bir de kaç kez dolandırıldım, ne sen sor ne ben anlatayım.

Sonra geçenlerde eski günlüklerimi okurken 30 yaşına gelmeden yapılacaklar diye bir kâğıt buldum. Her şeyi yapmışım neredeyse. Hayalimdeki eve kavuştum, kira ama olsun. Bir köpek, bir kız kardeş, bahçede balıklar, bir de kedi ailemiz var başa bela onlarla yaşıyorum.
O fotoğrafta o kekomançi halimi görünce, şimşek çaktı beynimde. Ben seni çok özledim blog! Sen yokken neler neler yaşadım ama gel gör ki sana yazmadıktan sonra bir anlamı yokmuş onu anladım. Milyon kez sana dönmeye çalıştım ama hep kendi kendime yok, işim var, yok kafam karışık diye diye geri durdum.
Ama bu kez, çocukluğumda dizlerimi karnıma çekip hayalini kurduğum her şeye sahibim! Daha fazlasına da ihtiyacım yok! Biraz evin hayalini kasvetli yapmışım sanırım, ev fazla testosteron salgılıyor. Bir sevgilim var, kendi çapında ünlü sayılır o da tamam. Bir köpeğim var, pekingese bir gözümüz görmüyor ama o da tamam! Bir arabam var, kız jeep kia o da markadan kullanayım diye verildi, ehh o da tamam. Sadece yazı yazarak yaptığım bi işim var, ohh mis gibi.
Küçük Aptalın Büyük Dünyası, Ve Geri Kalan Her Şey, Allah Beni Böyle Yaratmış derken serinin dördüncüsü Ay Hadi İnşallah da çıktı sonunda. Ben ölene kadar da devam edecekler. Kendi belgeselimi, kendim yapıyorum işte daha ne! Ayrıca yazar değilim, internette kendi blogu olan, o blog yazılarını kitap sayfasına aktaran birisiyim sadece. Hürriyet Pazar ve Elele’de yazıyorum. Bir de şimdi dizi yazıyorum, Allah’tan eğitimini aldığım, en önemlisi zamanında ucundan kıçından girdiğim bir iş.
Yani demem odur ki ben sana geri döndüm. Artık yine eskisi gibi yazmaya başlıyorum, çünkü ancak yazdığım zaman kendimi iyi hissediyorum. Ben benden çıktım ya, kendimi bulmam lazım!
Sen hayatımda yokken neler oldu bir bilsen! Ne rezillikler, ne kıroluklar, ne hassiktir lan bu da olmamıştır’lar.
Altı hatta yedi senedir beni takip eden, derdimi dert bilenler, kimse tarafından sevilmemiş birine öyle bir şey verdiniz ki hiç haberiniz yok. İyi ki internet kahramanı olmuşum, iyi ki çirkin blogger kız olmuşum, iyi ki terk edilmişim de burayı açmışım!
Ben artık büyüdüm, ee boru mu seneler geçti, benimle beraber siz de büyüdünüz, kim bilir başınıza neler geldi! Popçu gibi bitirmek istemezdim ama vallahi seviyorum sizi, çünkü başka yapacak bir şeyim yok!
NOT: 10 Kasım Pazar Saat:14.00 Tüyap İmza salonunda ‘Ay Hadi İnşallah!’ için görüşürüz, görüşür müyüz? İmza detay


Bu arada Pucca, Allah seni kahretmesin, bunu da başardın kız!!!!






23.03.2013

Cumartesi Kahvaltısı

Senden sonra her şey sanki daha iyiye gitti
Kilo verdim, daha neşeliyim, daha kendimleyim
Daha ile başlayan bütün eylemlerim mutluluk üzerineydi
Salonda Erman Toroğlu'nun sesini duymuyorum mesela,
Ya da benden önce uyanıp dan-dun seslerinle sinir krizi geçirmiyorum
Tek kendime kahve yapmakla yükümlüyüm
Ya da senin acıkmanı beklemek zorunda değilim
Her şey daha iyiye gidiyor sanki
Sadece bazen uyanıyorum, döndüğümde sırtını görecekmişim gibi oluyor
O tarafta hala iki yastık var, tek yastıkla yatamazsın diye
Bi tek bu, sabahları zor geçiyor işte...
Yalan söyledim, Erman Toroğlu'nu açıp açıp ağlıyorum
Kral Tv'yi de açıp ağlıyorum
Arabada zaten hep slowturk var
Evet, tuvalette de ağlıyorum...
Şu an suratımda patatesli maske var ve gözyaşı yüzünden mundar oldu
Yüzü mermer gibi yapıyormuş, gözenekleri sıkıştırıyormuş
Bunları bile anlatacak kimsem yok düşün,
Hoş, sana anlatsam sanki dinliyordun da
Ama olsun, insan yine de ne yaşarsa anlatmak istiyor...
Biz olamadık diye ağlıyorum, bazen neden tanıştık diye, bazen de haberlere
Hayal ettiğim gibi yaşamadık, hep tuttuk kendimizi
Daha fazla acı çekmemek için hep kurallar koyduk
'Bir gün bitecek' diye altını çize çize birbirimize okuduk
Böyle aşk mı olurdu, aşk olsun ya insan hemen mi unutulurdu?
Bazen haberini alıyorum, o mekanları tek tek basıp
O takıldığın sürtükleri tuvalete götürüp, kafalarını muslukla yarmak istiyorum
Öyle bir şey tabii ki yapmam saçmalama, bunun için adam tutarım...
Ne yapabildim ki zaten, ne zarar verdiysem hep kendime
Mağaza elemanı 'artık anti aginglere başlamalısınız' dedi
Sonra senden ayrılmaya karar verdim
Öyle kara lanet bir gündü,
Yağmur yağıyordu, ağzına sıçayım o ugglar su alıyordu
Başladığımız yerde bitirdik zaten,
sen de dünden hazırmışsın, insan bir zorlar
İnsan bi dener ya, ne bileyim düzelirim belki der
Maşşallah yani davul zurna ekibiyle karşıladın beni,
Atatürk ortaokulu folklor takımı arkandaydı
Ayrılığımız adına hayır kermesi kurmadığın kalmıştı...
Bazen sinirleniyorum sana, tek yastık koyuyorum olduğun tarafa
Koltukta oturduğun tarafa oturuyorum
Zil sesinden nefret ediyorum...
Bu kadar basit bir şeyi başaramadık diye söyleniyorum
Seni aramak istiyorum
Telefonla konuşmaktan nefret ediyorum.
Cumartesi sabahları hep umutlu oluyordu sanki
Tabii biz Pazar günü olmayı seçtik,
Ertesi gün olan iş günü yüzünden değerimizi bilemedik...
Geç uyandık, gün bitti;
Erken uyandık, hep bi telaş, bıkkınlık
Nasılsa bitecek bir gün hali...









12.02.2013

Ertesi Gün...



Ertesi gün hapı daha yeni ülke sınırları içerisine girdiği zamanlardan birinde bütün gazeteler bayrak bayrak bunu yazıyordu. Devrim, kadınlar için inanılmaz buluş, artık kabuslara son bla bla bla. Kanatlı orkid'den sonra ilk kez kadınlar için bir şey yapmışlar diye tabii mutluluktan uçuyoruz. Ay hadi inşallah, darısı bir saatte 5 kilo zayıflama, tek sürüşte portakal kabuklarını soyma, geceden alınan bir hapla gündüz istenmeyen bütün tüylere acısız, zahmetsiz elveda sıra bunlara da gelecek diye göbek atma seviyesindeyiz. O dönemlerde böyle google datası şimdiki gibi değil, forum siteleri yeni yeni kıvılcımlanmaya başlamış internette bir şey aramak ölüm ötesi, kulaktan duyduğumuz ne varsa bizim için doğru olan o zamanlar o... 

Üniversitede okuyorum, bir fısıltı yayıldı okulda ertesi gün hapını yasaklayacaklarmış, daha hap gelmeden elimizden gidecek diye panikledik tabii ama bu paniğimiz kendi içimizde, dışarda daha çok şöyleyiz, “Benim zaten işim olmaz öyle şeylerle”, “Canım ben bakireyim” “3 senedir Batuyla aynı evde yaşıyoruz ama Batuşum bana hiiiç dokunmaz”, “arkadaşım üç gün gecikmiş bişi olur mu acaba? Allah aşkına cevap verin bir şey olur mu?” 
Sevgililer günü zamanı tabii ben yine lanetlenmiş gibi o günü yalnız geçiriyorum, o zamanki sevgilimle kavga etmişiz, bütün gece pencerenin önünde 'ha şimdi gelecek, ha sürpriz yapacak, hah araba geldi o sanırım' diyerek bekliyorum, adam tabii gelmedi, ben de salondaki dandik kanepede yattığımla kaldım. 

15 Şubat sabahı okula bi kız arkadaşımla gidiyoruz, yolda da bu ertesi gün hapından bahsediyoruz, okulun oradaki eczanenin önünde olan kalabalığı görünce biraz meraktan, herkes alıyo eve depolayalım kenarda dursun mantığıyla, biraz da yasaklanır falan depolamalıyız diye o kalabalığa girdik. Seda Sayan'ın programında bile o kadar kadını bir arada görmemiz imkansızdı, o derece The Walking Dead sahnesi gibi gözleri dönmüş bir şekilde eczacıyı az getirdi stoklarında yok diye boğacaklardı. Ama asıl olay bu değil, onca kızın içinde birkaç fedakar erkek vardı, sevgilileri için almaya gelen. Allahın işi ki onların arasında o kavga ettiğim sevgilimde duruyordu, kabak gibi bekliyor orada, bir de eczacıya atar yapıyor “hadi getir artık” diye. 
Kan beynime sıçradı sıçrayacak, gözüm seyiriyor, alnımdaki damarlar pıtı pıtı çıkmış kenardaki ponza taşını alıp kafasını yara yara oracıkta öldürmek istedim. Hatta eczacıların garip bir tartısı var ya eşşek mi at mı artık onları tartan şeye benzeyen, onu böyle boylu boyunca kafasına gömmek istedim.  Tam ona doğru yürüyordum ki göz göze geldik, sonrası cümbüş, eczanenin içinde bir kavga etmiştik ki camı pencereyi indirecektik, 'sen burada ne arıyorsun' diye, benimki gerçekten meraktandı o konuda sıkıntım yok ama orada kalabalığa zaten rezil olmuşuz ağrı kesici için geldiğimi söyledim, ne yapsın o da sustu. Sonra ben ve kavgayı izleyen bütün herkes adamın ağzından çıkacak kelimeye beklemeye başladık, bir tarafım 'Ne olur gece kızın birinin çekirdeğinden reçel yaptım demesin' diye içli içli yalvarıyor, diğer tarafımda 'O kızı ibreti alem olsun diye kampüsün ortasında sütyen telimle delik deşik etmezsem' diye kendini gaza getirmeye çalışıyor. Benimki de dünyanın olağan şeyini söylüyormuş gibi sakin sakin “Anneme aldım” dedi! 

Ve ben buna o zaman inanmıştım ya, yanımdaki arkadaşım bile kahkaha attı da ben “annesine almıştır, yalan söylemez yani” diye bir de savunmuştum adamı. Allahım aşk insanı sadece kör değil, direk katıksız geri zekalı da yapıyormuş demek ki... Hayır, bir de adamın kartı sorun çıkardı, aldığı ertesi gün hapının parasını da ben ödemiştim. Tohumuna para saydım lafının anlamını canlı canlı yaşadım bildiğin. Sevgililer gününe dair sanırım en garip anım bu olmuştu.