24.02.2011

Ölüyorum, duymuyorsun.

Hayatımın en ağır gribini geçiriyorum desem atmış olmam... Yaa tam bitti diyorum salıyorum kendimi sokağa, hopp 3 gün sonra yine yataktayım. Bir de bu gribin üzerine şu yağı götünden çıkartan ilaç var ya hah onu kullanıyordum Allah allahhh gel gör beni aşk neyledi yemin ederim yok böyle bir işkence.
Bu ilaca ilk başladım bende tıkırtı yok tabii. Sağ olsun bağırsaklarım olayları yanlış anlayıp yediğimi içtiğimi dışkıyı çevireceklerine, taşa döndürdüğü için zor işliyor böyle şeyler bana. Geçen gün tam bir yerle görüşmeye gidiyorum önemli bir mevzu, zaten hastalıktan ölüyorum 2 gün ateşler içerisinde yatakta yatmışım, kalktığımda her yer böyle karıncalı karıncalı, kulaklarımda bir uğultu, ağzımın içi pis pis böyle sanki bütün gece çiğ çiğ fare yemişim gibi iğrenç bir tat ve koku var. O antibiyotiklerin her yanımdan çıkardığı bedbahtlık hali, yarı kaymış ölmek üzere olan hamsi bakışlarımla yola çıkıyordum ki dur dedim ya iki lokma bir şey yiyeyim yolda yığılır kalırım. Yerken tabii ilacımı da bir güzel içtim sonra ayakkabılarımı giydim, tam kapıdan çıkıyordum ki Allah kahretmesin! O nasıl bir acı, nasıl bir sancı... Biri bağırsağıma elini atmış düğümlüyor sanki. Hatta düğümlemek ile kalmıyor tırnaklarıyla bağırsaklarımı paramparça ediyor.
Kendimi attım ayakkabılığın oraya yerde sürünüyorum, her yer zaten karıncalıydı bu kez cine 5 gibi oldu etraf. Allah'tan ergenken cine 5'in şifreli yayınında kırmızı noktalı şeyleri izleyeceğim diye gözlerimi kısıp nerede meme var, hangisi erkeğin kıçı diye ayırt edebiliyordum. Oradan kalma bir alışkanlıkla yere düşen telefonumu buldum. Hemen kardeşimi aradım, "koş gel ölüyorum" diyerek kapadım. Neden bir ambulans aramadığımı inan bilmiyorum, sanırım drama kraliçesi olduğum için kardeşimin gelip, ortalığı ayağa kaldırarak ambulansı aramasını daha uygun buldum...
Yerde yatıyorum, cenin pozisyonuna girmişim dizlerimle karnımı oyarak ölümümü düşünüyorum. Gerçekten ölüyorum ama her yer kararıyor çünkü karnımın ağrısı çekilmez halde, içimde bir ejderha var ve doğmak istiyor o derece... Allah'tan ağdamı mağdamı yapmışım geçen gün, o yüzden içim rahat huzur içinde ölebilirim. İç çamaşırım karnıma kadar çektiğim beyaz kenarı kelebekli don olduğu için "acaba değiştirsem mi" lan diye düşündüm ama değil ayağa kalkmak, nefes alamıyorum... İnşallah gripten ölürüm de arkamdan "Pis dobişko! Yemiş yemiş yemiş, boğazını tutamamış gitmiş ilaç içmiş o da zehirlemiş" demezler. Demesinler zaten aman utanç verici ölümler listesinde başı çeker o muhabbet.
Hayatım gözlerimin önünden geçip gidiyor çocukluğum, hayallerim, isteklerim, olduklarım, olmak istediklerim ve tabii aşklarım... Daha yapmam gereken bir ton şey var diye düşünüyorum, aklıma bir ton şey gelmiyor. Odamı toplamalıydım, bilgisayarımdaki şifreleri silmeliydim, logları temizlemeliydim anca bunlar geliyor. Hayata dair aklımda kalacak tek olay buymuş yani, arkamdan iyi konuşsunlar aman. Off hayır, zaten hayatta iken sırf şu durum yüzünden abuk subuk suratına işenesi insanlara deli gibi prim veriyorum, bir de ölürken düşünüyorum. Bir insanı mutsuz eden tek şey bu bence 'diğer insanların ne düşündüğünü umursamak.' Ki ben dünya sikime minare bir canlı olmama rağmen ben bile ölürsem loglarım yayılmasın diyorsam ohoooooo....
...
Derken, bir anda ruhumun benden çıktığını fark ettim, usul usul gidiyordu sanki. İçimden akıp sonsuzluğa bürünüyordu. Rahatlıyordum, gevşiyordum az önce beni sıkan bağırsaklarım değil meğer ruhummuş, ben ölüyordum...
Birazdan bedenimi yukarıdan izleyecektim, kendime son kez bakacaktım. Kardeşim eve girip yerde beni ölü bulunca sinir krizi geçirecekti. Keşke ambulansı da arasaymışım şimdi işin yoksa bacının kafayı yemesini izle diğer dünyadan, kendini suçlayıp duracak. Sonra komşular gelecekti, üzerime pike örteceklerdi, sonra arkadaşlarımın haberi olacaktı, ardından babamın ve ailenin diğer fertlerinin. Halamlar mezarıma gelip beni deli edeceklerdi. "kefene sığdı mı acaba, ayy ben dedim gitme istanbullara babasının dizinin dibinde yaşasaydı böyle olmazdı, kim bilir ne bok yedi de öldü. İnsan gripten ölür müymüş kesin uyuşturucu kullanıyordu. Sevgilisi mi öldürdü acaba? Hahaa ne sevgilisi ayol o sıfata kim bakar, kesin uyuşturucu ve alkol otopsi isteyelim dur." Sevgilim gelecekti sonra "lan kızla 2 ay çıktık anında mortingen oldu" diye üzülse mi sevinse mi bilemeyecekti. Sayemde eski sevgilisi ölen erkek draması ile bir sürü kız kaldıracaktı. Puff bu hiç hoşuma gitmedi...
Acaba mezarım nerede olacaktı? arkamdan hepsi doğal olarak "iyi kızdı" diyeceklerdi. Kardeşim biraz kendine gelince hemen kıyafetlerime ve odama konacaktı -Kendisinin odası evin en küçük odası da- Yalnız ölü kıyafetleri giymekte ne korkunçluktur yarab? Bir defasında apartmanda bir amca ölmüştü de apartmana oturmuşlar adamın kıyafetlerini dağıtmışlardı. Salonda adamın pijamaları duruyordu ve o gün hiçbirimiz uyuyamamıştık bırrrrr...
Ruhum akıyordu, artık acı çekmiyordum garip bir şekilde mutluydum çünkü. Demek ki doğruymuş ruh bedenin içinde sıkıştığı için bu kadar çok rahatsızmışız. Sürekli darlanmalar, ara ara gelen afakanlar, sürekli kaçma, gitme her şeyi bitirme isteği, anlamsız yere nefes alamama, ortada hiçbir şey yokken boğulduğunu zannetme. Ruhun asıl yeri beden değilmiş, şimdi o kayıp gidiyor ve ben huzur buluyorum. Hepsinden öte babaannem anlatırdı, kötü insanlar ölürken acı çekerlermiş bin kılıç darbesini aynı anda göğsünde hissedermiş. Demek ki iyi bir insanım hiç acı çekmiyorum aksine o kadar huzurlu ve mutluyum ki. Sanki sadece ölümle kendimi bulacakmış gibi. O değil de Esma Ceyhan olsun, Pekmez olsun demek ki affetmişler beni. Eee affedecekler tabii sonuna kadar küfür yiyecek halim yok ya, onlar da anladılar özünde nasıl temiz biri olduğumu.
Ruhumun gidişini hissediyorum ama hala kendimi tepeden göremiyorum, anacım ne ruhum varmış bi türlü çıkamadı diye düşünürken bir ıslaklık hissettim kıçımda. Sonra bir an kendime geldim, lan lan lan altıma sıçmışım... Daha doğrusu günlerdir içtiğim ilaç şimdi yağları çıkartası gelmiş. Ben ruh beden bilmem ne diye sayıklarken altan cır cır gidiyormuşum meğer. Ruhum dediğim şey de düz yağmış. Bir de nasıl sevindim, ayy iyi bir insanım ne güzel ölüyorum bla bla bla diye. Gittim üstümü başımı değiştirdim, yattım yatağa ateşim geçene kadar çıkmadım dışarı.

14.02.2011

Sevgili evren, seni aldattığım için üzgünüm

Şimdi bu evreni kandırma hadisesini bi daha bi daha paylaşmış gibi olcam ama o kadar işe yaradı ki şu an bir manitaya sahibim. Sevgililer günü şeysine dımdızlak kalan varsa bir yardımım dokunur belki. Etrafımdakiler, isteyecekleri bir şey olduğu an, secret olsun, karma olsun, evrene mesaj atma hadiselerini konuşup duruyor. Ben ise sevdiğini serbest bırak dönerse senindir, dönmezse en adi orospu çocuğunun tekidir klişesini bile anlamakta zorlanan kaderci bir insandım. Ta ki uzun süredir manita olaylarına girememe durumuma bir çare bulamayana dek… Denemekle bir şey kaybetmem diyerek evreni yanıltmaya karar verdim!

Hayali sevgili

İşten, eşten, evden yenisini bulmadan ayrılmayacaksın! Ne kadar acımasız olsa da kural bu, paranın parayı çekmesi gibi erkek erkeği çekiyor olmalı. Bir sevgilin varken etrafın yakışıklılarla dolup taşıyor. Ne zaman ayrılıyorsun hooppp adamlar aynı anda yok oluyor… Bunu düşünerek atacağım ilk adım, evrene yanlış sinyal vermek olmalı dedim. Şu an bir sevgilim varmış gibi davranıyorum. Arkadaşlar aradığında, “aşkitomlan film izleyeceğiz bebişim yaa gelemem” falan diyorum.

Oysa evde oturup “öyle bir geçer zaman” dizisini izleyerek, o uzun bacaklı yosma Caroline’a küfürleri yağdırıyorum! Arada bir kavga etmişiz gibi davranıp içiyorum falan, sorunları olan bir ilişkiden kaçmaya çalışan bir kız havası yaratıyorum. Yeni tanıştığım her adama bunu öyle bir yansıtıyorum ki söylediğim yalana ben inanıyorum, bi süre sonra flört ederken vicdan azabı çekiyorum. Yalnız bu hayali sevgili olayının kötü bir yanı var ki, bir süre sonra bu işi şizofrenliğe döndürebilirim. Yani aslında bu iyi bir şey tabii ben bile inandıysam bu olaya, evren gani gani inanır. Burada ki amacım sevgili varmış gibi davranırken bir yandan evrenin bana kısmet yollaması, hadi onu yapmadı diyelim sevgilimin aslında olmadığını görünce kafası karışıp “anaaa bu kızın manitası vardı yahuu” diyerek bana tez elden bir tane ilik yollaması.

İç çamaşırı çekmecesi

Bir gün seks yaparım umuduyla alıp, çekmecenin en güzel köşesine koyduğum bütün çamaşırları giydim. Öyle bir olay gerçekten var çünkü onlar saklandıkça giyemiyorsun, küflenecek yahu köşede kala kala garibanlar. Tabii kotun altına giydiğim fırfırlı tangalar gün boyu beni rahatsız etti, zırt pırt tuvalete gidip onu parçalamak isteğiyle yanıp tutuştum ama yapacak bir şey yok! Birkaç tane de kendime o biçim garip çamaşırlardan aldım. Ama en önemlisi jartiyer denilen şeyin bende seksi durmadığını fark ettim. Hatta öyle ki insanı sevişmekten, kadından hatta dünyaya geliş amacından bile soğutabilirmiş. Kalın bacaklıysam suçum ne yani, o jartiyerin çorap kısmı öyle bir sıkıyor ki portişikkk diye bir kütle yağ popoma doğru yayılıyor. Çok çok kötü bir görüntüydü, sanırım son ilişkimde var olan sorunumuzu da bu sayede anlamış oldum…

Evlenmek istemiyorum.

Bir şeyi çok istediğimiz zaman olur geyiğinin olmayacağını taa bebe belikken öğrenmiştim. Sen vazgeçtiğin an oluyor olaylar. İstediğin sırada sadece acı çekiyorsun, umut denilen şey insanı mutlu etmiyor maalesef. O yüzden artık evlenmekten vazgeçmiş gibi davranıyorum. Evli arkadaşlarımı görünce “Yaa bu yaşta ne evliliği çıldırdın mı?” diye ağzımı yaya yaya konuşuyorum. Topalak çocukları gördüğümde sevmiyorum yanaklarını sıkıp “ayy çocuk yapasım var” diye çıldırmıyorum. Aksine “hayatta en son istediğim şey çocuk” diyip duruyorum. Planlarıma göre seneye bugünlerde hamile kalmış olmam lazım!

Büyük konuşmak

Atalarımızdan öğrendiğim en acı deneyim, büyük konuşmamak gerektiğidir sanırım. Iyy, mıyyy diye ne dediysem başıma gelip duruyor çünkü. Üniversite birinci sınıfta “O şaşı göbekli malın bile sevgilisi var, ıykkk bir milyon gönlüm olsa birini vermem” dedikten 1 ay sonra çocuğa sırılsıklam aşık olup, 4 sene ilişkide kalıp, bir sene nişanlı kalmamla bu durumu teyit ettim arkadaşlar! Büyük konuşma olayı gerçekten var. O yüzden konuşacağım şeyleri tek tek seçiyorum artık. Misal, “Engin Altan Düzyatan mı ıssız bir adaya düşsek, muzlara sarılırım adamla olmam” Oysa içimden geçenler, ıssız ada, Hindistan cevizi aromalı kremler, hamak mamak mavi göl filmi nınınınınının!!!!!!!. Sonra “Murat Boz yani gelse yalvarsa ağlasa gene de suratına dönüp bakmam” “Ayyy hem zengin, hem yakışıklı, hem çıtır, hem dürüst, hem akıllı, hem sadık, hem komik bir adamla birlikte olmak mı, Allah yazdıysa bozsun hayattaaaaa imkansız yani” Diğerlerinden olmasa bile bu olaydan acayip umutluyum kesin bir şeyler olacak, yüzde yüz çalışıyor yani bu durum!

Geriye dönüp bakmamak

Benim şöyle bir huyum var, sevgililerimi unutamıyorum. Aradan kaç sene geçmiş olsa da onlar bana ait olmalılar. Yani hayatlarına kimse girmemeli, hala ilk günkü gibi bana aşık kalmalılar. Ne zaman arasam onları bulmalıyım. Kıyafetlerim gibi olmalılar yani, giymiyorsam dolapta kalmalılar. Elbet bir gün giyerim umuduyla saklamalıyım. Bu tabii yoruyor insanı doğal olarak. Geçmiş defterlerim hiçbir zaman kapanmıyor. Hala lisede çıktığım çocuğa bile hesap sorabiliyorum. Öyle bir manyağım yani, adamlar benden sonra evlendi diye kıyametleri kopartıyorum, düğünlerini basmayı kendimde hak gibi görüyorum!

Geçmişi düşünmek geleceğe odaklandırmıyor olabilir dedim kendimi. Ve o kadar iç içeyim ki geçmişimle her ayrıntıyı bir şeylere bağlamak zorunda hissediyorum kendimi. O sebeple yeni hiçbir şey dikkatimi çekmiyor içerisinde yaşanmış bir anımı bulamazsam… O sebeple özel şeyleri sakladığım kutumu atmakla başladım işe. Bana yazılan bütün mektupları, hediyeleri tabii pahalı olmayanları bir çırpıda attım. Öyle bir manyakmışım ki cep telefonu yeni çıktığında sevgilimin bana yolladığı sms leri kâğıda yazmışım. Eski defterleri kapatarak yenisine hazır ve nazır bir şekilde beklemedeyim.

PS: Bu arada bu seferki sevgiliye bir rumuz bulamadım. Adamı bi sonra ki yazıda anlatacağım, meyve ismi koysam kart kaçar, kahvaltılık koysam adam akşam yemeğine daha uygun sanki... Off en zor kısmı rumuz bulma hadisesi.