26.07.2010

Ne sen söyledin derdini ne ben sevdiğime inandım

Erik gittiğinden beri neredeyse her akşam hayvan gibi içmeye başladım... O eve ayık gitmek içimden gelmiyordu, sarhoş bi şekilde girip yatakta ağlayarak sızıyordum... Hayır, bir de ne zaman eve gelsem, ev arkadaşım denilen bıyıklı sevgilisiyle çat çat çat.. Kahrıma kahır katıyorlardı yemin ederim... Odamda vuvuzella yutmuşum gibi sızlanıp şıp şıp ağlarken ben, o çekirdeğinin reçelini manitasıyla yiyordu. O zaman daha çok tokatlıyordu hayat beni, "işte sen busun kızım, bu yatakta öleceksin yalnız bir şekilde çürüyüp gideceksin. Bıyıklı ise sevişmeden vakit bulursa kokuyu hissedip odana girecek ve ölü bedeninle karşılaşacak."
Kendime böyle bir ölümü düşünmüştüm ki karaciğerimde büyüme ve yağlanma olduğunu öğrendim. Cildim bok gibi olmuştu ve olmayan göbeğim bile arap kadriyle yarışır biçime girdiğini görünce alkolü hayatımdan bir süre çıkarmaya karar verdim. Bunun yanında canımı sıkan her şeyi geride bırakayım dedim.
Bir sabah PMS'nin de etkisiyle, uyandığımda "bu şehir çok gri ben sıkılıyorum, nefes alamıyorum, odamda ki pencereden bakamıyorum bile" diye ağlamıştım. Akşamı eve geldiğimde Erik bütün tavana kelebekler yapıştırmıştı. Pencereye ise manzara fotoğrafları. İlk işim onları parçalamak oldu, ne zaman baksam "sen bu kadar naif bir adamdın, nasıl olur da bana bu adiliği yaparsın" diye ağlıyordum çünkü. Evde onu bana hatırlatan her şeyi attım, pezevenk de durmuş durmuş bana kıyafet almış onları atamadım ama napim ya güzel şeylerdi.. Kalan öyle oyuncak moyuncak neyi varsa yok ettim.
Yeni bir eve çıkacak param olmadığı için gidip ev arkadaşımı yöneticiye şikayet ettim. Gittim kadının evine, böyle mahçup, ezik bir halde, başladım anlatmaya... Ailem duysa öldürür diye girdim olaya, eve her gün erkek atıyor ben rahatsız oluyorum, ne yapacağımı bilmiyorum, hiç param yok başka yere de taşınamam" falan filan diye verdim gazı kadına... Yönetici de geldi bizim bıyıklıyı uyardı, "burası aile apartmanı hiç hoşnut değiliz sürekli şikayet geliyor diye" Aman aile apartmanıymış, apartmanda ruslar kalıyor yahu ne ailesi, ne apartmanı diye hatun yine çatçatına devam etti. Bu kez ben de bütün yüzsüzlüğümle ne zaman olaya başlasalar, kapılarını çaldım, sürekli içerden onu çağırdım, eve arkadaşlarımı çağırdım. Sonuç, bir haftadır yiyişmiyorlar.
....
Böyle her şeyi temize çekerken arkadaşlarla geçen gece çıktık dışarı. Kendime sözüm var kesinlikle içmeyeceğim... Allahım saatler geçmiyor sanki, bir dandik soda çabuk bitiyor, herkes bir şeyler içip muhabbet ederken benim kalbim daralıyor...
O kadar kalabalık ki insanlar beynimi yiyor gibi... ben ne zaman bu hale geldim, hiçbir şeyden zevk almayan biri oldum diye kendi kendime düşünürken lan bari sağa sola bakınayım hep kafam iyiyken gördüğüm insan grubu aslında nasılmış diye...
1- Kızlar sakın ama sakın yok gece çıktığımızda bana asılıyorlar, yok peşimize takıldılar,yok geldi bana sardı diye götünüz kalkmasın... Öyle çirkin insan evlatlarına asılıyorlar ki aklınız hayaliniz şaşar. One night stand denilen şeyin nedeni bence sadece bu, kafan iyiyken hatun adeta bir penelope cruz, ayılınca hoop oluyor kibariyenin annesi...
2- Elinde bir votkayla bütün gece sağda solda bir ekmek çıkar mı diye dolanan garibanları gördüm çok üzüldüm hallerine...
3- Eğer yanında ki kız uzun süreli sevgilisiyse adamın, tek yaptığı şey taburede oturup sağı solu keserek offlayıp pufflamak. Yok daha yeni başlamışlarsa kızla yiyişmek; yanında ki kıza askıntı oluyorsa götünü göbeğini kıza değdirmek için çaba sarfetmek...
4- Piyasa yapmaya gelen kızlar kabak gibi belli oluyor ortak özellikleri yanık sarı kabarık ama düz saçları. Halasının kınasında giydiği topuklu ayakkabıları ve şeffaf sütyen askıları... Mekanda birileriyle kesişip kesişip 2 dakika da bir tuvalete gidip makyaj tazeliyorlar, hani arkalarından gelirler diye.
5- Kaç sene geçti hala şu taktiği uyguluyorlar "ben Antalya'dan geldim, burada gece hayatı yok" diye yanınıza yaklaşan kekolar. Ölün artık ya vallahi ölün...
6- Sırf bir parça yakınlaşayım diye kulağınıza dilini sokarak konuşan yabancıların o dillerini kırt diye kesesim geldi..
7- Bir insan sarhoş olmaya başlayınca ağzını şapırdatmaya başlıyor.
8- Dans eden erkekler kadar tiksinç bir şey yok sanırım, yani büyük konuşmayayım ama sevgilim yanımda sağa sola kaykılsa ağzına vururum iki tane. Bir defasında bi arkadaşım dünyanın en yakışıklı diş doktorunu tanıştırmıştı benimle. Herifi bir gör ama bir içim su resmen ta ki dan edene kadar, dirseklerini yalıyordu yahu dans ederken bırrrrr korkunç!
9- Ve rus kızları sizlere daha bir sözüm yok Allahsızlar, hiç mi kılınız tüyünüz çıkmaz sizin, bir tane batığınız olmaz pürüzsüz sürtükler!
Yalnız anladım ki sarhoş değilsem hiç çekemiyorum o tip yerleri hiç hem de...
Sonra neyse çıktık oradan gidiyoruz, kızılkayalara geçtik ıslak hamburger alacaz, sırada bekliyorum öyle yan tarafıma doğru bir döndüm, Pekmez!
Öyle bir bakakaldım o da döndü bana doğru aramızda 3 metre var yok... Kafamı çeviremiyorum da çevirmem lazım utanıyorum çünkü..
Onu ilk gördüğüm anda ki gibi şeyler oldu içimde... Sesim soluğum kesildi, elim ayağım uyuştu... Bakıyoruz birbirimize ama hiç konuşmuyoruz selam versem mi, gülümsesem mi, dudaklarım kıvrılıyor ya kafasını çevirirse diye düşünüyorum. Ya böyle vahşi hayvan belgesellerinde olur ya ürküp kaçmasın diye kılımı kıpırdatamıyorum. O da sanırım aynı şekilde hiç kıpırdamıyoruz çünkü... Dedim kaybedecek bir şeyin yok, her şeyini kaybettin zaten, gülümse Pekmez'e.. Gülümsedim kafamı biraz öne eğip, o da aynen güldü bir adım attı bana doğru kalbim yerinden fırlayacaktı, koşacaktım ona doğru o sırada "özür dilerim" diyecektim. Elimden tutacaktı sonra hiçbir şey söylemeden bakacaktı sadece... Ben bu hayalleri kurarken, arkadan bir kadın sesi duydum, "Pekmez!" diye... Döndüğümde anladım, kendi hayatıma da onun hayatına da kararsızlıklarım ve gel git aklımla nasıl sıçtığımı...
Pekmez'in evlendiğini tamamen unutmuşum, o bir zamanlar ön tarafında benim oturduğum arabası gelin arabası olmuştu hatta. Eskiden böyle eski sevgilisi evlenmiş kızlar bana acayip kekomançi gelirdi. Bir de şimdi bak, Ankara'daki de bugün yarın evleniyormuş... Evlilikten korkan herifler benden hemen sonra buldukları kızlarla hemen mutlu sona ulaşıyorlar. Ben de hala yanlış tercih yapıyorum...
Pekmez arkasını döndü gitti, elimde ıslak hamburgerle izledim o arabanın gidişini, o arabayla birlikte Ankaradaki, Erik, Pekmez, Siğil hepsi gitti... Hayatıma girip beni ben yapan, benden bin tane daha ben alan adamların hepsi bitti...
Hepsini affettim, zaten hiç birinin de soyadı bana yakışmıyordu...
Artık yepyeni bir hayata adım atıyorum, bu kez geçmişle değil gelecekle yaşamak için. Sanırım diyetimi yeterince ödedim...

Bu da şarkısı olsun yazının: http://fizy.com/s/1ajdg9

11.07.2010

Bir çocukluk travması: Rabia'nın abisi!

Bizim mahallede Rabia diye ilginç bir kız vardı, bir süre en yakın arkadaşım olmuştu. Sürekli mahallenin it çocukları tarafından dalga geçilen bir tipti. Nedenini ben de bilmiyorum ama bu salak altına külot giymezdi, hatırladığım şey kızlar sürekli eteğini açıp yere düşürürlerdi bu kızcağızı. Ben de her seferinde kaldırıp bunu diğerlerine bağırırdım "hasta o taam mı ondan giymiyorrrrr külot" diye... Burnunu oyup yerdi onu falan pislik bişeydi yani ya..
Ben de böyle ilkokuldayım, mahallenin ortasında dayak yiyen, eve girmemek için bütün gün güneş altında gezen, okulda kimseyle konuşmayan, hiç arkadaşı olmayan, kafamda ki saçları kopararak yarısını kel yapmış, el ve ayak derilerimi tırnak makasıyla koparmış, görüntüsü korkunç bir çocuğum.
Biz işte bunla çok yakın arkadaş olduk, beraber okuldan geliyoruz o güneş altında benimle oyun oynuyor falan böyle hayaller kuruyoruz toz toprak içinde. Bu bana sürekli kendi güzel ailesini anlatıyor, annesi Fransa'dan gelmiş, babası Amerika'da doktormuş, burada değilmiş. Bunun asıl adı Klaraymış ama babaannesi istememiş Klarayı da o yüzden Rabia diyorlarmış...
Onu dinlemek öyle güzel geliyordu ki bana o zamanlar, sürekli "hadi anlat bugün ne yaptı annen sana" derdim. Yaptığı ilginç yemekleri anlatırdı, ona yüzmeyi nasıl öğrettiğini, evlerinde ki değerli mücevherleri, Annesi Fransız olduğu için Türkçe bilmediğini onunla hep dalga geçtiğini, babası gelene kadar koynunda yattığını, çok parası olduğunu falan filan sürekli anlatırdı...
Sonra bu geldi bir gün bana "annemle konuştum seni Fransa'ya kaçırcaz, hem oradan girince saçların beline kadar uzuyormuş. Kelliklerin gider hemen, üstelik orada yemekler parasız, otobüslere binmek parasız, ben geçen sene gittim her şeyi yedim. İnsanlar çöplere elmas atıyorlar burası gibi değil. O elmasları toplarız buraya geliriz sizinkileri satın alırız"
Benim kafaya yattı tabi bu plan, Fransa hayallerimin ülkesi oldu bir anda. Tabii o zamanlar internet yok, aç google sor bakayım Fransa'nın çöpleri elmas mı değil mi?
Ben yedim yeminle bu yalanı, her gün yatmadan önce Fransa hayalleri kuruyorum. Oraya gitmişim saçlarım belime kadar upuzun olmuş bir de sapsarı She-ra'ya benzemişim. O zamanlar sarı uzun saç demek She-ra demekti, büyüyünce ilk işim saçlarımı uzatıp sarı yapmak oldu ama Lerzan Mutlu'ya benzeyince gerçek tokat gibi çarptı suratıma... neyse işte çok zengin de olmuşum, böyle o zaman Bora diye bir sümsükten hoşlanıyorum, tam doğum günü zamanı gelmişim evlerine giriyorum bir havalar ben de allah allaahhh Yonca Evcimik yanımda bok yemiş! Masanın oraya motorsiklet anahtarı bırakıyorum hediye olarak. Herkes bana bakıyor şaşkınlıkla, ellerinde; kaşağı kitabı, şırıngalı kalem, 3 fermuarlı kalem kutuluk hediyelerinden utanarak. Sanki günde 7 kişiye motosiklet hediye ediyormuşum gibi gayet rahat bir şekilde teybe mezdeke kasedini koyuyorum, sonra bir başlıyorum ayveresii ayysiii diye gerdan kırıp göbek atmaya!
....
Gel zaman git zaman neyse biz bununla ayarladık beni yurt dışına kaçıracakları zamanı, 1 ay sonra okullar kapanıyor o zaman bekle bizi Fransa yapacaz... Annesi bavulun içine koyacak beni, zaten uçakla 3 dk sürüyormuş Rabia'nın dediğine göre(?) havalandırma delikleri de açacaz bavuldan sonra gelsin özgürlük... Böyle her gün bunun planını anlattırmaya başladım Rabia'ya "Anlatsana yaee bir daha beni nasıl kaçırcaksınızzz, Fransa da pislik insanlar yoktur di mi, niye olsun orası Fransa, Herkesin saçları belinde ne güzel sindy bebek gibi, ellerim de iyileşir di miii, Almanya'da çeşmeden bira akıyormuş, Fransa'da kola bi daha anlatsana onu" Sürekli kıza bunları anlattırarak mutlu oluyorum ..
Biz bununla şimdi ayrı okullara gidiyorduk ama her sabah beraber çıkardık, ben onu sokağın başında beklerdim. Bir gün yine böyle bekliyorum yok, gelmiyor kız. Bunların da evi nerede biliyordum ama hiç gitmemiştim, çağırmadı diye. Sadece bazen aşağıdan zile basardım o hemen aşağıya inerdi... Gelmeyince o gün merak ettim evden çağırayım bari dedim.
Apartmanın önü nasıl kalabalık, bir ton insan var.. Onun bacak arasından, bunun koltuk altından ilerleyerek evlerinin önüne girdim...
Kapıları açık herkes evlerinin içinde. Ev çok pis kokuyor böyle hala unutmuyorum, kapının girişinden salon gözüküyor duvarıında ince bir örtü tablo mu derler ona öyle bir şey var, kırmızı kadife gibi kadınlar bir de padişah var... Evin her tarafı sarmaşıkla dolanmış, nohutlar ipe dizip duvara asmışlar. Ama ev iğrenç kokuyor...
Çok kalabalık Rabia'yı bulamıyorum içerden sürekli ağlama bağırma sesi geliyor, birileri birilerini sakinleştirmeye çalışıyor. Kalabalığın olduğu yere doğru sıkışa sıkışa geçtim ve banyonun önüne geldim. İçeriye doğru kafamı iyice uzattım.
Önce ne gördüğümü anlamadım, iyice baktım. Küvetin içinde bir adam yatıyor, boynu upuzun olmuş ama çok çok uzamış ve mosmor...
Kaldım orada kitlendim resmen elim ayağım ve Rabia bu adam kim, Rabia nerede? oradan çıkmaya çalışıyorum insanlar bırakmıyor, herkes bir tablo izler gibi izliyor... Çıkamıyorum bir türlü zar zor attım kendimi o salona girdim.
Rabia'yı gördüm, birinin kucağındaydı. Annesini gördüm, ağlıyordu herkes başındaydı ve bağırıyorlardı "çıkın dışarı" diye.. Rabia ile göz göze geldik... O bakışı hala mıh gibi aklımdadır. Çektim gittim oradan.
Sonradan zaten her yerde duyuldu, Rabia'nın abisi intihar etmiş, o gördüğüm abisiymiş. Öyle annesi Fransız falan da değilmiş, babası da felçli bir şekilde evdeymiş... Evlerinde babaannesi, halası, halasının kocası, bunun bilmem kaç tane kardeşi dıdısının dıdıdısı herkes birlikte yaşıyormuş...
Bana yalan söylediği için Rabia'dan nefret ettim! Beni kandırdığı için de bana umut verdiği için hayal kurdurttuğu için de. Yüzüne bakmadım, onla hep dalga geçtiler, üstelik daha fazla ve acıyarak ve ben asla yanında olmadım. Ona o kadar sinirliydim ki... Onu görmezden geldim.. Bir süre öyle devam etti sonra yine arkadaş olduk, evlerine falan da gittim sonra yalan da atmadı ama hiç eskisi gibi olamadık, benim için salak Rabia olarak kaldı...
Aslında saçmalıktı yaptığım, söylediği her şeyin yalan olduğunun da farkındaydım. Annesi her gün balkondan bağırıp çağırırdı kızı, o kadının annesi olduğunu en gerizekalı olan da anlardı. Evin tek kızıyım diyordu paso yanında sümüklü çocuklar dolanırdı abla abla diye.. Zengin olmadıklarını da biliyordum, külot giymezdi yahu kıyafetlerinden belliydi, babasının evde olduğunu da biliyordum, annesi her seferinde "baban yatalak diye orospu mu olcan başıma" derdi balkondan buna... Üstelik herkes konuşurdu bu durumu..
Ama işte inanmak istemiştim sanırım ona. İhtiyacım vardı inanmaya ve güzeldi... Şimdi düşünüyorum da o kızın en kötü zamanında ben yanında olmadım bir de darbeyi ben vurdum. Oysa o beni hep mutlu etti söylediği yalanlarıyla...
Geçmişe dönme şansım olsaydı eğer ben onu kaçırırdım o gün o evden, yine derdim "Rabia bana Fransa'yı anlat hadi" diye...